28 Temmuz 2018 Cumartesi

Donald J. Trump


Donald J. Trump’ın başkalarıyla el sıkışma şekli Nijeryalı *Chinua Achebe’nin Tanrının Oku adlı kitabındaki Euzele adlı adama benziyor. O da kendisiyle karşılaşanlarla tokalaşırken tüm gücüyle ellerine yüklenir, hazırlıksız yakalananlarsa irkilip geri çekilirlerdi.

Euzele bir rahiptir. Ve Trump kadar pervasız bir gurura sahiptir.

Mesela Euzele, kendi inanç sistemi içinde tüm tanrıların üstündeki Ulu’yu değil de maddi zenginlik tanrısı Eru’yu övmesiyle Trump kadar kapitalisttir.

En az Trump kadar da argo konuşur.

***
Trump, ilginç adam. Bizde ise altmışlı ve yetmişli yıllardaki, hovarda ve fütursuz iş adamlarına benziyor. Nezaket, yakınından geçmemiş gibi. İnsan ilmi konusunda derinliksiz. ABD başkanlarının en kofu. Gerçi çağının ve kendi insanının özetidir, Trump.

Devlet adamı değil. Para adamıdır. Ne olursa olsun kazanç elde etmeyi bilmelidir, onun mottosundaki insan. Böylesi bir insandan yetim hakkının, adaletin,  mazlumun isteklerinin yerine getirilmesi beklenemez. Trump; para- terör örgütleri- görgüsüzlük üçgeninde dolaşan kaba saba biridir.

Bürokrasiden teknokratlığa geçişi anlatsa da Trump bize, siyaset ve ülke teknokratlara bırakılmayacak kadar önemli şeylerdir, dedirten siyasi bir kaza gibi de duruyor. Nereden nereye?  Politikada Farabi’nin ve Platon’un bilge devlet adamından, Trump gibi bir siyasetçiye.

Ben üçleme kavramına inanan biriyim. Belki de hukup -80 yıl, bir şeyin değişme ve dönüşme durumunun sene itibariyle miktarını anlatır- kavramını en iyi anlatan güncel bir deyiştir, üçleme. Türk siyasetinde büyük dönüşümün Adnan Menderes, Özal ve Recep Tayyip Erdoğan üçlemesiyle gerçekleşmesi gibi. Tersinden bir üçleme  Amerika’nın çöküşünü getirebilir.

Benzer üçleme  Osmanlıda da yaşanır. Üçlemeden sonra gelen Abdülhamit Han, durumu ne kadar kotarmaya çalışsa da istediği yönde vaziyet edemez.

Trump da Amerika siyasetinde yaşanacak bir düşüş üçlemesinin ilk halkası sanki.


*Tanrının Oku, 1930 doğumlu Nijeryalı Chinua Achebe’nin Afrika üçlemesinin son kitabı. Birinci eser: Parçalanma. İkincisi: Artık Huzur Yok. Kitabı bir Nijeryalı arkadaşım getirdi. Okudum. Chinue Achebe, Afrika’daki İngiliz sömürgesinin başlangıcını, seyrini ve ülkesine getirdiği yıkımları konu etmiş.
Eserin kahramanı Igbog’ların en kıdemli makama sahip rahibi Ezeulu’dur. Ezeulu, topraklarını beyaz adama açan, sonra bundan pişmanlık duyan biridir. Ömrünün son çağlarında İngilizlerin ekonomik, kültür ve dini alandaki istilasına karşı koymaya çalışır. Ancak ülkesinin bürokrasisinin nasıl da İngilizlerin eline geçmiş olduğunu gördükçe yılgınlık duyar. Halkının geleneksel hayatını ve manevi yaşamını koruma altına almaya çalışır. Ancak bu işi yaparken de kendisine aşırı derece bir ruhanilik yükler.  Gurura kapılıp yanlış kararlar da vermez değil. Bu da halkının ona güven ve sevgi duymasını engeller. Mücadelesini yalnız ve başarısız kılar .

Ezeulu bana Cengiz Aytmatov’un kahramanlarını hatırlattı.  Chinua Acebe ise Afrika edebiyatının Cengiz Aytmotov’u mesabesindedir. Dili de oldukça samimi ve sıcaktır.



Yeprem Türk 

25 Temmuz 2018 Çarşamba

&


Hayat, çile ya da entropiyle ayakta duruyor.

Bakmayın insan ve varlık yaşıyor, ama entropiyle.  Türlü didinmeyle. Çeşitli müsekkinlerle.

İnsan endişeli, eminlik duygusundan beri.  Yörünge yitmiş gibi. İnsanoğluna mekansa muayyen ve sabit değil.

 İnsan, dünyaya inmiş ilk insan kadar endişeli ve son insan kadar bıkkın, yılgın, cihanın sırrı, neşesi kalmadı diyen biri.

Şehirler, eciş bücüş halleriyle tüm çapraşıklarıyla ayakta kalmaya çalışıyor.  Aynen içinde yaşayan sakinleri gibi. 

İstememeye istemeye mecburen kentler kuruyoruz, sokaklar inşa ediyoruz. Mekan ve biz, aslında bu çileyi tamamlıyoruz.

Ağaçlarımız bin bir çeşit zehirli gazlara rağmen, yaralı bereli meyveler vermeye devam ediyor.

Topraklarımız atık deposu. Börtüsüz böceksiz, kımıltısız bir uzay üssü gibi. Yine de bağrında  kalanlarına  çaresiz vatan olmaya devam ediyor.

Yağmurlar, kirli ve nihilist yağıyor. Dengeyi artık tutturamıyor. Bereket olarak görüldüğü günlerin hatırına entropiyle gökten düşmeye devam ediyor.

Velhasıl tabiat bile aşırı yorgun ve bir nihilizm içinde gibi görünüyor.

Ahlak, tüm çilesine rağmen erimeye ve yorulmaya devam ediyor.
Bazen hissederim ki aynı entropi ezan sesinde, şiirde de var.
Kuzey kutup noktası hayata tutunmaya boş verdi bile.


Yine de ayaktayız. En kötü şartlarda bile umudu yitirmemeyi salık veren bir imanın insanı olarak inanç, ahlak, tabiat,  insan adına bir gelecek arıyoruz.


Y.Türk

&


Bu günlerde politik anlamda, Avrupa’daki genel düşünce şudur: ‘Gelecek sağcı milliyetçilerindir. İlerleyen yıllarda yönetimde onlar olacak.’  ABD başkanı Donald Trump’un eski danışmanı Steve Bannon bu muayyen gidişatı ‘Avrupa’da her devlet artık ulus bilincine dönecektir, kendi yerel değerlerini ve sınırların tahkim edecektir, diyerek somutlaştırdı.

Aslında Kuruluş dergisinin ilk sayılarında biz bu okumayı yapmıştık. Avrupalı devletlerin dışarıya karşı Avrupalı olduklarını, kendi aralarında böyle bir iddialarının olmadıklarını söylemiştik. Deplasmanda Avrupalılardırlar ancak, kendi evlerinde değiller.
Çünkü ulus fikri, ırkçılık ideolojisi ne Afrika’nın ne Asya kıtasının ne de başka bir kıtanın ürünüdür. Aslen Avrupa malıdır. Bu ideolojik ürün, iki yüzyıla yakın bir zaman dünyayı dolaştı, başka kıtalarda birçok yapıyı yerle bir etti, ülkeleri yaraladı şimdi asli vatanına geri döndü.

Dönsün.

Dönecektir de.

Çünkü bizim medeniyetimizde, en azından temel ve kadim siyasi unsurlar yani merkez, hiçbir zaman kavmiyetçi olmadı.

İbn Haldun gibi, medeniyeti birçok unsurun bileşeni olarak gördü. Ve bu bileşeni tek yapı tek millet olarak algıladı.

Üstelik bizde Avrupa’daki gibi, kavmiyetçilik sağcılıkta yeşermedi. Sağcılık ortalama ve vasat bir yolla hep dengeyi sağalamaya çalıştı. Gerçekte bizdeki kavmiyetçilik anlayışı solda cereyan etmiştir. Çünkü sağcılık zihniyetinde tüm yaralanmalara rağmen bir ümmetçilik fikri her daim kalmıştır.

Sağa göre kavmiyet ümmettir.
Milliyetçilik, ümmetçiliktir.
Ulus, Muhammed (S.A.V) ulusudur.


Y. Türk


16 Temmuz 2018 Pazartesi

&


Bugün kızlarımız sokakta tek başına rahat yürüyemiyorsa; emanete, namusa ve insana hürmet edilmiyorsa; kamu mallarını ve milletin gelirini, hazinesini emanet edecek devlet adamı bulunamıyorsa; mahkemelerde cinayet davaları bu derece artıyorsa; aile içi sapkınlıklar meydana geliyorsa; üniversitelerimizde terör örgütleri lehine sözcülük yapan, devletini, milletini, onun bayrağını ve değerlerini küçümseyen binlerce aydın varsa; bunlar, yüzyıl önce saf pozitivist eğitim anlayışıyla yola çıkmamızın feci kazalarından birkaçıdır sadece.

Bugün gerçekten dünya genelinde bir ilim probleminin yanında ahlak sorunu var. Aslında ahlak da başlı başına başka bir ilimdir.


Dünkü pozitivist köke dayanarak kendini çürüten ve öldüren bürokrasinin karşısına bugün pozitivizm temelli bir teknokrasinin çıkarılması olumlu bir anlam ifade etmiyor.


Adem Kalan

14 Temmuz 2018 Cumartesi

&


Örneğin turizm ve kültür bakanı, kültürden anlamasa, onu bir şirket zihniyetiyle işletse ne olur? Hiçbir şey. Çünkü ülkemin insanları, hiçbir çağda kültürü bakanlardan öğrenmedi. Zaten nefes alan bin küsur yıllık derin bir kültürümüz var.  İnsanımızın kalbinde, ruhunda ve yaşamında bu, aynel yakin yer alıyor.  Yunus, Akif, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Fuat Sezgin ve Nurettin Topçu gibi devasa kültür külliyatları bırakan adamlarımız var.

Milli eğitim bakanı, milli eğitimi, pozitivist damara koysa ne olur?
Belki PKK’nın aydınlar bildirisine imza atan 150 bin aydınımız daha olur. Ama sonunda yine de hiçbir şey olmaz. Şiirin ilmi Yunus’tan, Şeyh Galip’ten, Akif’ten, Sezai Karakoç’tan. Mimarinin ilmi Mimar Sinan’dan, Siyasetin ilmi Nizam-ı Mülk’ten, Osman Gazi’den vs. akıp gelir.

Kadim inancımızdır. Yapay ırmaklar düzelir. Bu topraklarda eğriltilmeye çalışılan ne varsa, yeri gelir yatağını bulur. Akıl ve bilim, dinin iki çocuğu olur.


Y.Türk


&


Metafizik neden önemli?

Birinci metafizik, bizim bilgi ve teknik edinme kaynaklarımızdan biridir.
Aslında Socrates öncesi Grek filozofları da bilgiyi hep bu kaynaktan beslenerek inşa ettiler. Ve kült bir antik dönem oluşturdular.
Socrates sonrası ise Batı’da yine metafizik temelli, kritikler, teknikler ve görüş edinme yolları ortaya çıktı.

Bizim bu yüzyılın başlarından itibaren Batı’ya gitmiş ve eli yüzü düzgün fikirler serdetmiş Yahya Kemal ve Nurettin Topçu gibi entelektüellerimiz, kendilerini onlarla beslemiş ve onlarla yarenlik etmişlerdir.

Aslında bu okumalardan edindiğim tecrübe şudur: Batı iki yüzyıldır, bizim ilme bakış açımızı değiştirmeye çalışıyor. Çünkü bu temel, kendine has büyük ilim adamları, büyük devletler ortaya çıkarıyor.

     A.    S. Exupery, Küçük Prens adlı eserinde aslında  bizim için Avrupa’nın ilme bakış açısını özetlemiş:  Bu asteroit teleskopta sadece bir kez, o da 1909 senesinde bir Türk tarafından görülmüş. Gök bilimci bunun üzerine Uluslar arası Gökbilim Kongresi’nde büyük bir sunum yapmış. Fakat kıyafeti yüzünden hiç kimse ona inanmamış. Büyükler böyledir.
Neyse ki bir Türk diktatör Astreoit B-612’nin şerefine, halkını ölüm cezası zoruyla Avrupalılar gibi giyinmeye mecbur etmiş. Derken, çok şık bir kıyafete bürünen gökbilimci 1920’de sunumunu yapmış. Bu sefer herkes onunla hemfikir olmuş’.


Yani bir şekilcilik uğruna kadim öğrenme yöntemlerini diriltmeden, ihya etmeden, bilgi edinme şeklimizin özü terk edilemez.


Y.Türk

&


Bir yazısında (13 Temmuz 2018, Yenişafak) Yusuf Kaplan,  yeni şekillenen milli eğitim anlayışı üzerine dikkat çekti. Milli eğitimin pozitivist bir temel üzerine inşa edilmesinden duyduğu korkuyu dile getirdi. Socrates bağlamında konuyu açıkladı. Metafiziği kesbetmemiş bir kişinin başarılı bir eğitim ve öğretim hayatının olmayacağını dile getirdi.

Gerçi yüzyıl önce de böyle olmuştu. Kurtuluş Savaşı’nı kazanan halka oldukça farklı bir ruhta eğitim anlayışı dayatılmıştı.

Şimdi 15 Temmuz Direnişi sonrası benzerini yaşama ihtimali çok yüksek.

Medeniyet ve ulvi değerlerimiz, ancak direnişler de kurtuluş savaşlarında işe yarıyor. Bu irfanı diğer alanlara yaymamaya gelince, iş değişiyor.

Maalesef, büyük direnişler ve savaşlar kazanan ruh, sonraki dönemlerde itibardan düşüyor.

Oysa bu ruhtan belirmeyen, ortaya çıkmayan bilgi ve anlayış pek de işe yaramıyor. İnsanımız geleceğe taşıyamıyor.


Y.Türk