30 Eylül 2016 Cuma

Neden hem Allah’ın adıyla başlarız, hem laikiz, deniliyor.


Millet olmak büyük bir birikim ve derin bir ruh istiyor. Ve bu ruhu daim üstünüzde taşımanız ve iliklerinize kadar da hissetmeniz lazım geliyor. Kalbinizde, vicdanınızda milletinizin uhrevi değerleri var. Ve üzerinize binen bu varoluşsal, derin etki, sizden kendisine karşı kayıtsız şartsız ilgi istiyor. İşte bu, sizin laik ve tarafsız olmanızı engelliyor.
Ancak vatandaşlık da bu yük hafifliyor. Çünkü ruhtan, yasalarla tanımlanmış bir alana geçiyorsunuz. Laik olmamanız için bir neden kalmıyor.  Metnin başlığını Allah’ın adı başlarız ama laikiz, koymam bu yüzden. Hem milletiz hem de vatandaşız. Aslında toplum olarak her iki kavrama da uyarak, onları gözeterek yaşıyoruz. Birisini ruhumuzla derinden kavrayarak diğerini daha çok yasalar nezdinde gerçekleşen bir kişilik  vaziyetinde hissediyoruz. Kısacası devletin hem milletiyiz hem de vatandaşıyız. Yani milletlik bakımından laik değiliz ama vatandaşlık olarak laikiz.


Yeprem Türk


24 Eylül 2016 Cumartesi

?

Benim şiirlerimde kullandığım bir iyi ayı bir de kötü ayı metaforu vardır. İyi ayı; biraz metafizik tavırları olan ve kötü ayıya nazaran oldukça yumuşak, merhametli, acımalı bir ayıdır. Hatta uhrevi çizgiler bile taşır bu ayı üzerinde. Şimdi diyeceksiniz, bu ne demek. İyi ayıyı, samimi ama yeteneksiz siyaset manasında kullanıyorum. İyi ayı: kırıp dökmek istemiyor, iyilik ve inşa ehli olmayı umar, ama yine de sakarlık ehlidir. Ayı ayıdır sonuçta. Kırar saçar, niye kırıp döktüm diye de bir kenara geçer ağlar, günah çıkartmaya çalışır. İşte temiz kalpli ama yeteneksiz siyaset dediğimiz şey böylesine narin bir ayı.  Bu, sadece insanlığın bir kısmı.

Karşı taraftaysa, dünyayı,  hayatı yaşanmaz  hale getiren kötü ayılar var. Amerika, İngiltere, Almanya.... Ve bunları bu mantıkta yol yürüten kötücül Batı felsefi. Batı siyasası, Batı ekonomisi, Batı sosyolojisi. Kısacası insanı hem içerden hem dışarıdan yağmalayan  acımasız kötü ayılık.

Hülasa şu an için dünya iki telden çalıyor. Daha doğrusu yaşamda iki sendrom var. Biri kötü ayılık diğeri de mazlumları tutan kollayan, irfan yoksulu, kalbinde zerre kadar kötülük taşımayan, derinliksiz ve yeteneği sakarlığa meyilli iyi ayılık.


İşte güzel 15 Temmuz Direniş ruhu, bu iki ayılık durumuna da meydan okuyacak bir şekilde doğan derin bir Diriliş ve Kuruluş ruhudur. Medeniyet mayamızdır.

Yeprem Türk

Edebiyat ve Direniş


15 Temmuz Direniş’inde edebiyatın sınıfta kaldığını düşünenler var. Oysa bu millet geçmişte şairleriyle yürümüş ve hala şairleriyle destan yazar. Siz de bilirsiniz ki Türk şiiri halkından evvel siper kazar ve mevziye geçer. Mücadeleye öncelikle şiir sonra halk çağrılır. Önce söz örülür ardından millet o sözün etrafına halkalanır. Geleneksel kodlarımız böyle çalışır. 15 Temmuz Direnişi’ni gerçekleştiren bir milletin ruh bakımından onu seyreden bir edebi kamusunun olmadığını düşünmek saçmadır.

15 Temmuz direnişi ile ilgili uç vermiş edebiyata bakarsak, burada da yanılgı var. 15 Temmuz Direnişi’nin şiiri sadece  15 Temmuz’dan sonraki zaman diliminde aranıyor. Bu tarihten önce edebiyatımızda 15 Temmuz Direnişi’ne yapılmış  bir hazırlık var. Özellikle şiirde, doksanlarda ve ikibinlerde bu ruha yapılan büyük bir yığınak bulunuyor. Neo-epik şiir, M.D., Zafer Acar’ın Diri’si sadece bunlardan birkaçı. 

Tarihte ilk kez, edebiyatımızda destanlar eylemden önce yazılmadı yani.


Y.Türk

Her Mübarek Direniş Bayrama Dönüşür

15 Temmuz Direnişi’i milletimize göre bir öze dönüştür. Asıl kaynağa varıştır. Anadolu ruhunun, felsefesiyle eylemini bir edişidir. Emperyal dünya düzenine doğru karşı çıkıştır. II. Abdülhamit’in hal edilmesiyle kopan telin tekrar yerine çakılmasıdır. Ahengin baştan ve yeniden düzeltilmesidir. Milletimizin yeni çağın dilinde konuşmaya başlamasının adıdır.

Her zorlu mücadele galibiyetle sonuçlanmışsa bayram olmakla noktalanır bizde. Bunun zirvesi İbrahim (as)  ile remzedilir. Milletler de böyledir. Sınavı kazanmanın  sonucunu bayramla taçlandırır. İstanbul Fetih Bayramı, 30 Ağustos Zafer Bayramı ve 15 Temmuz İstiklal Mücadelesi Bayramı gibi.

15 Temmuz Direnişi’nin sonunda ortaya çıkan şey için, özgürlük bayramı, demokrasi bayramı da denilir. Ama aslen o bir *bayrak bayramı’dır. 


*Mahmut Saymaz’a ait bir ifade.


Adem Kalan

4 Eylül 2016 Pazar

ŞEHİRLER ARASI BAĞLAR




Yunus mürid, Tapduk mürşiddi; ancak ikisinin de muradı ulu peygamberin şeriatiydi.  Bu şeriati Yunus, Tapduk’un dergahında hıfzediyor, yine onun rehberliğinde peygambere, Allah’a varıyordu. 

Her varlık çünkü kendi cinsiyle hemhal oluyor, yaratılış esrarını böyle çözmeye çalışıyordu.

Benim millet mevzuunu peygambere bağlamam da aslen bu yasadan kaynaklanıyordu.
Mekke’ye gidemeyen İstanbul’a gelir. (Bosnalı edebiyatçı, şair Naida Mujkiç) 26 Haziran 2016, Yenişafak, Pazar Eki.

Bu cümleyi okuyunca, şehirlerin de kendi aralarında aynen yukardaki mürid mürşid bağına benzer bir ilişki sergilediklerini düşündüm.

Halk, Mekke’ye gidemeyince İstanbul’a geliyoruz, diyor. Acaba bu bir sapma mı? Hurafe mi? Yoksa Mekke’nin yerine İstanbul’u konumlayan bozguncu bir deyiş mi? Çünkü Kemalettin Kamu da ‘Kabe Arab’ın olsun/ Bize Çankaya yeter’ demişti. Çankaya’yı Kabe’ye alternatif olarak konumlamıştı.

Hayır. Bunların hiçbirisi değil. Bu ilginç sözü söyleten mana şudur:  Yani İstanbul bize Mekke’yi hatırlatır, Yunus’un mürşidinin  Yunus’u Peygambere götürmesi gibi İstanbul’da bizi Mekke’ye götürür. Yani İstanbul, Mekke’ye baktığı sürece kaimdir.

Çok önceleri, ‘Semerkant, Medine; Tirmid, Mekke oldu…’ dizeleriyle Suzeni de aynı durumu anlatmaya çalışmıştı. Semerkant ve Tirmid, Mekke ve Medine’nin rengine boyandı, demek istemişti.


Yeprem Türk

uyum



Sezai Karakoç yazmayı bıraktı, sadece konuşması gerektiğini bildiği mevzular üzerine konuşuyor. Diriliş Partisi şubeleri Sezai Karakoç için beyan yerleridir. Ve Sezai Karakoç, kendi konusuna o derece hakim ki Diriliş geleneğini bu yaşında sapmadan sürdürüyor. İtikadındaki uyumu devam ettiriyor.

Nuri Pakdil, ara ara sosyal medyadan bir şeyler paylaşıyor. Edebiyat dergisinin ana direği olarak yaşadığını hala hissettiriyor. Sözünü başladığı gibi bitiriyor.

Yani ikisi de bir denge üzerinde gitti, gidiyor.

İsmet Özel'de denge sarsılır gibi oldu. Şimdilik İstiklal Marşı Derneği’nde yazılarına ve eylemlerine devam ediyor, Özel.  Aslında İsmet Özel, saklandıkça güzelleşiyor, değerleniyor.

Demek istediğim şu:


Cemil MeriçKonfüçyüs’un neredeyse bir ömür et yemediğini ve bu hususta riyazet sahibi olduğunu söyler. Ancak arkasından acıklı Konfüçyüs’ün de ölümünün, son demlerinde yediği domuz etinden kaynaklandığını ekler.  Bunu şunun için söylüyorum. Birçok alim ve entelektüelin hayatının bu Konfüçyüs’ün bu anlatılan durumuna paralel seyir gösterdiği bilinir. İnsanın Siyak ve sibak  arasındaki uyumu koruması  zordur. Her alime ve filozofa nasip olmaz, bu.  Fethullah Gülen’den tutun Harun Yahya’ya kadar bu çerçeveyi genişletmek mümkündür.


Adem Kalan



3 Eylül 2016 Cumartesi