Modern düşünceyle, özellikle de birinci ve ikinci dünya savaşlarından sonra insanda, psikolojik ve sosyolojik şartlar epey değişmiş ve ağırlaşmıştır.
Özellikle de sanayi devrimi fıtrî olanın köküne kibrit suyu dökmüştür.
Modernizm, fıtrî medeniyet anlayışının geriye çekilip, tabiî görüşün bir yaşam şekline dönüşmesiyle başlamıştır. Ve insanlarda fıtrî bağlardan ziyade tabiî bağlar öne geçmiştir.
Kalbî ve fıtrî bağlayıcılık, geleneksel ve kadim olan hayat tarzıydı aslında. İnsanlar, hem bireysel hem de toplumsal olarak bu bağla besleniyordu.
Modernizmle tabiî düşünce etrafında genetik bağlar öne çıktı. Irkî olana yatırım yapıldı. Hümanizm bile bu alan içinde konuşuldu, işlendi. Ve sonunda emperyalizm denen işgalci siyasete vardı. Siyah- Beyaz ayrımı tabiî dolayısıyla da genetik ve tabiî insan ve toplum düşüncesinin bir sonucudur. Yani bir bakıma insanın yaşadığı kabın rengini almasıdır.
Biz, insan sevgisini genetik ve tabiî ekol içinden değil fıtrî medeniyet çerçevesinde yeniden ele almalıyız.
Tarihte, tabiî kaynaktan doğan görüşler genetikle, dini kaynaktan doğan medeniyet görüşleri de hep mezhepçilikle sınanmıştır.
Yenidünyada bu
çatışmalara yer verilmemelidir.