Bu
halkın irfan şifrelerini, onun düşmanına bakarak çözmem gerekir.
Örneğin Yunanlılar
için tarih ön plan halkı ifadesini kullanır. Sanatın, fikrin
anatomisi antik Grek’te daha önceliklidir.
Ancak eski adına
Persepolis ya da Parsa dedikleri Şiraz topraklarında Yunanlılarda hiç olmayan
Haniflik vardı, derinde ırmaklar gibi çağıldıyordu.
İslam’ın
gelmesiyle bu coşkun damar yeryüzüne çıkar. Kendisini içeriden dışarı bir
şehir, bir sanat, bir şiir olarak atar. Şiraz halkı, mimari ve musiki açıdan
bir arka plan milleti olur. Bu şehirde eski antik Yunan’ın
üzüm şarabının yerini ilahi kadehler; eski Yunan sporunun yerini de derviş
meşrepli eylemler alır.
Yunanlılar
yakın şeyleri seyretmeyi severler, ufka bakmaya katlanamazlar. Bu şehirde ise
sanatkarlar uçsuz bucaksız göklere bakmaktan esrarlı bir zevk alırlar.
Mimari, şiir, fikir
ve sanat olarak neredeyse altın orana sahipler. Yunanlıların
parçalardaki bütünün dağılımı olarak adlandırdıkları iambos adlı
ölçü, burada bilge faz diyeceğimiz bir metafizik
ölçüye dönüşür.
Şiirinin ve sanatının
kalıpları bekadan alınmış, dünyada dökülmüş gibidir. Gök sanki yeryüzüne acayip
duygu ve irfan parçaları düşürüyor da insanlar altta kapışıyorlar. Şiraz, sanat
ve şiir açısından dünyanın en zevkli, en cömert yeridir.
İlahî aşk kadehinde
parlayan, dile gelen bir gök yorumudur. Manevi lezzetlerin bağıdır. Zihninin sınırlarını da bu nefis tat belirler.
Bu bereketli geçmişi,
bugün gençler, başta Sadi ve Hafız’ın cevelan ettiği tefe'üllerle açmaya
bayılıyorlar.
Şiraz,
Farisilere mahsustur ama Türklere de dolgun bir nasiptir.
Y. Türk