İslam, Hicret ile ilk kez ayağını dışarıya
atar. Ve Habeşistan bu anlamda ilk eşiktir. Mekke’nin Habeş’e gidişidir. İslam’a
bağrını açan dost kokulu toprakların ürünüdür Habeşistan. İlk İslam önderlerine
muhafızlık eden hanif bir zarftır. İnsana Cafer-i Tayyar gibi derin ilhamla
bakar. Bu şehrin duygusu, imarını geçer.
Çünkü bu şehrin ruhunda bir şey var. Taşa
koyulmaz. Nakşa gelmez. Havada durmaz. Beden olmaz. Libasa girmez. Aleme
sığmaz.
Ama yine de her belde gibi bir erene bir kişiliğe
çıkar. Bu şehir, bir Bilâl-i Habeşî gibi durur.
Bazı şehirlerde bedene yiyecek çoktur ancak
ruha gülücük yoktur. Burada da gülücük çok ama yiyecek pek yoktur.
Ve bu gülücük yanıktır, miri malıdır, nüfusunun
üstünde tek gömlek gibidir. Gülücüğü, insanın yüzünde, ruhaniyetli ve bilge bir nakıştır.
Duyguludur.
Bağdat bilir, Diyarbekir görür, Habeş hisseder.
Mimarisi hakkında ne deriz? Habeşistan’ı,
metafizik bir kap biliriz. Dağları, ovaları, ırmakları bu kabın içinde görürüz.
Tabiata çıkmaya gerek duymayız.
Dilinde nesnesiz beyan var, gök ona cibinlik
olarak yeter, deriz.
Y. Türk