Bursa, Horasan alfabesini okur, onun
duygusunu yaşar. Söğüt, ulu çilesinden çıkmış Bursa olmuştur. Bursa’nın tarihi
hayal minyatürümüzde – Söğüt, çadır içindeki murakabedir- hep bir camide itikaf
halindedir. İstanbul’un başkent olmasından sonraysa, şehzadeler ve padişahların
ölünce gömülmek istedikleri baba ocağına dönüşmüştür. Her şehrimiz aslında aynı
kaynaktan beslense de illerimizin de
meşrebi farklıdır. Bir bakıma coğrafya, şehirlerimiz için de bir kaderdir. Bursa
da her şehrimiz gibi erenler şehridir. İlim şehri, edebiyat şehridir. Aslında
benzeri de pek yoktur. Medeniyetimiz açısından tek nüsha gibidir. İstanbul’dan
sonra Osmanlıya en fazla mal olan şehirdir.
Yeşil kenttir. Ancak bunu, naturel
bir ibadette koymaz Bursa. Buradan Yeşil sarıklı erenler gibi kubbeler ortaya
çıkarır.
Bursa, eserleriyle tabiatın daha
öncekiler tarafından kullanılmamış etkilerine yönelmiştir. Bursa, şehir
anlayışında orijinal bir ekol, Osmanlı ile çıkan yeni bir daldır. Işkındır.
Akideler, daha tozlanmamıştır, cam bakışlıdır. Ruhlara nurdan bir haber kadar
tesir verir. Mimari de ayrı bir meşrebi vardır. Araplar eserlerinde çölün fıtratını ve
kıvraklığını; Yunanlılar denizin akıcılığını, Türklerse ise Horasan’da
mimarisinde kullanılan gök rengini ve uçuculuğunu Bursa’da yeşil renkle
buluşturmuştur. Yeşil can boyasıdır. Bu metotla da yeşil, yapılarda, göğüs
kafesi gibi kanatlanmıştır. Osmanlı’nın ilk çağları gibi malzeme az ama ruh ve
inkişaf çok. Bunlarda, öte tarafta ahret hayatı
beride dünya yaşamı ve ikisinin ortasında bir Türk hayatı vardır.
Y.Türk