Bu
topraklarda Avrupa Birliği gibi bir zihniyet kumaşını, rutubet almaması için
bulgur çuvalınızın altına bile seremezsiniz ya. Bakmayın, biraz da bu işe
mecbur kaldık. Avrupa Birliği macerası
milletimizin başından geçen sapıkça bir macera oldu. Yıllar önce yolsuz, yönsüz
kalan bir milletin ferdi olarak yazıyorum bunları. Savaştan yeni çıkmışsınız,
ne üstte var ne cepte. Ne de yürüyecek bir yol önünüzde. Durmaktan yürümek
yeğdir dedik başladık ruhumuza hizmet edemesek de en azından ceplerimizi doldururuz
diyerek Avrupa Birliği’ne doğru gitmeye.
Bu yöneliş dediğimiz gibi cüzdanları doldurdu, fennimize çıta atlattı ancak
içimizde de bir derin özlem bıraktı. İslami yaşantı özlemi. Ben yeri geldikçe
çıtlatırım şunu kulaklara. Biz şu aralar yeniden Müslüman oluyor gibiyiz. Bir
kere daha Karahanlılar dönemini talim ediyoruz yani. Rahmetli Cahit Zarifoğlu dergisinin bir sayısında
‘Müslüman şairler Allah’ın adını anmadan da İslam şiiri yazabilirler, demişti.
Özellikle şu aralar Türk şairinin Allah’ı bu derece sık anmasında Avrupa
Birliği yürüyüşünün halkımıza yaşattığı İslam sılası bulunur. Biz Avrupa
Birliğine İslam’ı özlemek için gittik desek sanırım buna kimse itiraz etmez.
Sezai
Karakoç, Selçukluların, Osmanlı kadar beynelmilel bir hüviyet taşımadığını,
onun misyon yetersizliği içinde olduğunu, içe kapanık özellikler barındırdığı
ifade etmişti bir eserinde. Oysa durum zannedildiği gibi değil. Selçuklu dönemi
Osmanlıyı zihinsel ve akidevi temelde inşa eden , onun muhtevasını kuran kuluçka dönemidir. Osmanlının siyasi, fikri,
sanat temelleri bu sessiz ve içe dönük zamanlarda atılmıştır. Çağımızın işlev olarak, geçmişin bu
aralıkları ile akraba çıkması biraz da bundan.
Y.Türk