14 Mayıs 2016 Cumartesi

işte

Bu topraklarda Avrupa Birliği gibi bir zihniyet kumaşını, rutubet almaması için bulgur çuvalınızın altına bile seremezsiniz ya. Bakmayın, biraz da bu işe mecbur kaldık.  Avrupa Birliği macerası milletimizin başından geçen sapıkça bir macera oldu. Yıllar önce yolsuz, yönsüz kalan bir milletin ferdi olarak yazıyorum bunları. Savaştan yeni çıkmışsınız, ne üstte var ne cepte. Ne de yürüyecek bir yol önünüzde. Durmaktan yürümek yeğdir dedik başladık ruhumuza hizmet edemesek de en azından ceplerimizi doldururuz diyerek  Avrupa Birliği’ne doğru gitmeye. Bu yöneliş dediğimiz gibi cüzdanları doldurdu, fennimize çıta atlattı ancak içimizde de bir derin özlem bıraktı. İslami yaşantı özlemi. Ben yeri geldikçe çıtlatırım şunu kulaklara. Biz şu aralar yeniden Müslüman oluyor gibiyiz. Bir kere daha Karahanlılar dönemini talim ediyoruz yani. Rahmetli  Cahit Zarifoğlu dergisinin bir sayısında ‘Müslüman şairler Allah’ın adını anmadan da İslam şiiri yazabilirler, demişti. Özellikle şu aralar Türk şairinin Allah’ı bu derece sık anmasında Avrupa Birliği yürüyüşünün halkımıza yaşattığı İslam sılası bulunur. Biz Avrupa Birliğine İslam’ı özlemek için gittik desek sanırım buna kimse itiraz etmez.

Sezai Karakoç, Selçukluların, Osmanlı kadar beynelmilel bir hüviyet taşımadığını, onun misyon yetersizliği içinde olduğunu, içe kapanık özellikler barındırdığı ifade etmişti bir eserinde. Oysa durum zannedildiği gibi değil. Selçuklu dönemi Osmanlıyı zihinsel ve akidevi temelde inşa eden, onun muhtevasını kuran  kuluçka dönemidir. Osmanlının siyasi, fikri, sanat temelleri bu sessiz ve içe dönük zamanlarda atılmıştır.  Çağımızın işlev olarak, geçmişin bu aralıkları ile akraba çıkması biraz da bundan. 


Y.Türk