20 Ekim 2020 Salı

KURULUŞ Kasım- Aralık 2020 YIL 7 - SAYI 42



 

DERGİDEN NOTLAR

 

***

Şimdiyse şiirde bu deneyim kayboldu. Etkilenme endişesi ise aşıldı. Artık dergilerdeki şiirlerde bir başkasının deneyimini dönüştürme dönemi başladı.

Bir dergiden bir dize veriyorum: ‘Adımın anlamını soruyorum bin yıllık sözlüğe’ . Oysa İbrahim Tenekeci, bu sorunun cevabını yıllar önce vermişti. ‘Adımın anlamı seni sevmektir’ şeklinde bir mısra yazmıştı.

Yücel Kayıran, bir dizesini, ufak farklılıklarla değiştirip ondan yeni bir mısra çıkaran genç bir şairi sosyal medya hesabından faş ettiğinde, delikanlı sadece ‘Abi iyi yakalamışsın’ demişti.

Bunlara daha onlarca örnek ekleyebilirim.

Deneyim ağır bedel istiyor ve şair buna yanaşmıyor. Başkalarının dünyasına, deneyimine ve ürettiklerine modifiye yapıyor.

***

 

Birinci Kızılelma, Malazgirt Gazası ile başlar ve İstanbul’un fethine kadar sürer.  Artçı rüzgârıyla da Avrupa’nın içlerine kadar etki eder. Yani 11. Yüzyıldan 17. Yüzyıla kadar olan süreç, Kızılelma’da birinci maceramızdır. İlk Haçlı seferlerinin ortaya çıkmasına da bu ‘Kızılelma’ sebep olmuştur. 1071, bizim Kızılelma’mıza temel teşkil ettiği gibi Haçlı Seferlerini de başlatan tarihtir. Batı’nın tarihini derinden etkilemiştir. Son bin yıllık Batı tarihi, 1071 etkisini kırmak üstüne inşa edilmiştir.


***

 

Tüm müminlerin ilahîsini söyledi, Libya’da, Ömer Muhtar. Bir anlığına bu ilahî söndürüldü. Şimdi, o ilahî kaldığı yerden söylenmeye devam ediyor.  Ve bu ilahî, bize Ömer Muhtar’ın şahsında Libya’nın maziden ses veren selamı, yaşamı, uyanışı. Sadece dostlara gidecek kadar mahrem, derin, içli bir kelamı. Ve daim kalacaktır onun mümin hatıraları, kahramanlığı ve gök kubbemizdeki yâdı.


Y. TÜRK



4 Ekim 2020 Pazar

EK

 

Gazetelerin kitap eklerini incelemeyi severim. Hepsini edinmeye çalışıyorum ama bazı ekleri kaçırıyorum. Bazen de biriktirip toptan okuyorum. 15 Ağustos 2020 tarihli Yenişafak kitap eki önümde. Dikkatimizi çeken yazı din âlimi, diplomat, gazeteci, dünyanın sayılı antropologlarından Talal Asad’ın ‘Seküler Çeviriler’ ana başlıklı kitabı üzerine olan metin. Talal Asad, 2020 yılında basılan bu kitabında demiş ki ‘Modern dünyanın yaratılmasında Avrupa’nın genişleyişinin ilk dönemi, tipik şekliyle üstün ve sürekli gelişen savaş teknolojisinde ve bu teknoloji yoluyla ifade bulan bir şiddet pahasına gerçekleşmiştir.’ Aslında biz bunu altı yıl önce yayımlana ‘İnsan, bir dünya klasiğidir .’ adlı eserimizde yazmıştık. Batı, aslen teknolojisi, sahip olduğu üstünlükleri veya kendi ürettikleri medeniyet meyveleriyle nazarları üzerine çekmedi…Batı; Doğu'yu işgal etmeseydi, orda şu kadar cinayet işlemeseydi. Yerlileri öldürmeseydi. ...silahlar geliştirmeseydi, kimse Batı'nın kendisinin de ilminin de teknolojisinin de bu kadar dehşetle farkında olmayacaktı. Ve kimse,  Batı'nın üstünlüğünü kabul etmekten ziyade, ondan korunmak adına,  onu taklit edip Batılaşmaya çalışmayacaktı.'

Ömer Yalçınova, Ekrem Demirli ile tasavvuf üstüne söyleşi yapmış. Okunmasını tavsiye ederim.  Ekrem Demirli de deneyimin bir referansa dayanmasına vurgu yapıyor.

Diğer önemli bir eleştiri metni Trump ve Çağın Yalanları Üzerine. Trump bence yalan sanatında bir numara. Ve modern çağ, dünyayı yalana ve sahteye doyurdu. Asılsızlık bir numara idi. Ama artık sahtenin, yalanın saltanatı da çöktü. Daima yalan gider, hakikat gecikse de geri gelir.


Yeprem Türk

DERGİLER

  

Acemi, Ocak- Şubat 2020. Şiir pek gözükmez dergide. Şiir derken gerçek şiir. Romantik ve duygucu bir dile sahip şiirleri. Hani bir zamanlar radyoda sunucular tarafından okunan şiirlerden. Bu işin en yüksek noktasını galiba Attila İlhan yaptı. Sonra şiir okuma eylemi Bedirhan Gökçe ve İbrahim Sadri ile devam etti.  Neyse bizim mevzumuz bunlar değil. Gerçek şiirin dışında olan şeyler bunlar. Dergi Acemi olunca, işte bunları yazıyoruz.

Dergi notlarını çoğu kez dergileri anlatmak için değil, kendimi biraz kazmak için kaleme alırım. Sunuş yazısında W. Shakespaere’in sözü öne çıkmış: ‘Önce hayaller ölür, sonra insanlar.’ Yahya Kemal de  ‘İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar  demişti.

Kadıköy metni, Yahya Kemal’in bir zamanlar ezansız semtler eleştirisi gibi. Metinde kiliselerden ve her şeyden bahsedilmiş ama camilerden ses yok. En azında Osman Ağa Camii konu edilebilirdi.  Afife Jale’nin ilginç bir hayat hikâyesi var. Selahattin Pınar’ın da öyle. Sanatçı olmak topraklarımızda hep risk taşıyor. Geçim gailesi zor zanaata dönüşüyor.

İlknur Şimşek, eğitim ve yoksulluk ilişkisi adlı metinde17. Yüzyıl insanı John Locke’un bir sözünü alıntılamış: ’ Tanrı dünyayı Âdem’e  ve onun soyundan gelenlere verdiğine göre, dünya ortak mülk olduğuna göre nasıl oluyor da bütün nimetlerden herkes eşit olarak yararlanmıyor.’ Locke, özgürlük konusuna dair sık sık değinir. Referans da kabul edilir. Ama Locke, aynı zamanda bir köle taciridir. İlginçtir, Batılı düşünürlerin çoğunda buna benzer şekilde metin- kişilik zıtlaşması vardır.  Batılı filozoflar yazdıklarını yaşamak konusunda acayip falsolar veriyorlar.

 

Yedi İklim, Sayı 359. Şiir ve ideoloji meselesini tartışıyor girişteki ‘Edebiyatın Ufku’ yazısı.  Ali Haydar Haksal, Tolstoy üzerine düşünmüş. Epey alıntılı bir yazı. 

 

Türk Edebiyatı, Mart 2020. Abdurrahim Karakoç’un bir zamanlar Elbistan Postası’nda yayımlanmış atışmaları var. Muhatabı ise Ahmet Çıtak ve Kâmil Bozkurt. Okunmasını öneririm. Ömer Seyfettin ölümün yüzüncü yılında epey hacimli ve detaylı bir şekilde düşünülmüş, konuşulmuş. Ömer Seyfettin, başlangıçta güzel bir hayatın içine doğuyor. Köşkte. Sonradan tüm imkânlarını kaybediyor. Sahipsiz ölümüne dek geliyor. Sanki Osmanlının yazgısını paylaşıyor.

Ayrıca öne çıkan bir metin: ‘Giderayak Hive’.  Şehir yazılarını hiç kaçırmayan biriyim.

 

EDEBİYAT ORTAMI, Mart- Nisan 2020. Yerli şiirler ve yabancı lisandan çevrilmiş şiirler var. Mevlânâ’nın şiiri dışındakiler pek dolgun değiller. Sayfa sayısı bir edebiyat dergisi için fazla. Bilim ve araştırma dergisi mahiyetinde. Tam olarak o da değil. Hantal. Metinlerinin bir zevki, bir yordamı yok. Gelişigüzel toplanmış metinler bütünlüğü. Son yıllarda çıkan İslamcı dergilerin özelliği oldu, bu tutum. Üslup kayboldu.  Ali Emre ile yapılmış bir söyleşi var. Nureddin Zengi ve Selahaddin Eyyübi romanları üstüne. Buradan bir alıntı: …Nurettin Zengi. Müslüman Şark’ın hem kılıcı, hem kalkanı, hem kandili olmuş. Hayatın birçok ünitesini ayağa kaldırmış. Bilge ve çalışkan kadınlarla, yiğit ve coşkulu adamlarla gerçek bir İslâm baharı oluşturmuş. Öyküde ve eleştiride ise seçkin bir tavır gütmüyor, Edebiyat Ortamı.

Mehmet Kayır, Prof. Dr. İbrahim Gürses’in ‘Sufî Kişilik Psikolojisi’ adlı kitabını tahlil etmiş. Oradan bir alıntı: İlhamın kaynağı şüphesiz tektir. Ancak vesileleri pek çoktur. Bu vesileler; bazen bir düşman, bazen bir âşık, bazen bir maşuk, bazen aşkın kendisi olur…’

Halit Yıldırım, Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’u üstüne düşünmeler yapmış.  Bu romana yazılmış ilk kasaba romanı, demiş. Nedenini ise şu şekilde bağlamış: Zira Kuyucaklı Yusuf’a kadar yazıla yerli romanların ana konusu yanlış Batılılaşma sorunu iken Kuyucaklı Yusuf’ta toplumsal yapının aksayan yönleri, kırsal kesimde ezilen köylüler, ahlâkî çöküntü ilk defa bu romanda ele alınmıştır.

Yazının sonunda ise, Alaaddin Karaca’nın bu roman özelinde söylediği ‘Türk edebiyatında J.J. Rousseau’nun isyan ve doğaya dönüş felsefesinden kaynaklanan başkaldırı temasını işleyen ilk romandır’ görüşünü katılarak paylaşmış. Buna itirazımız var. J.J. Rousseau’nun doğaya dönüş felsefesi ağır sanayi sonrası gelen kapitalizmin kirlettiği şehir anlayışından etkilenerek oluşmuş düşüncedir. Kuyucaklı Yusuf’ta böylesi bir mekân yok. Kasaba doğa ile iç içedir, zaten. İkincisi de Kuyucaklı Yusuf’ta doğaya dönüş arzusu değil fıtrata, bozulmamış insana varma arzusu belirgindir.

 

Lâ Dergisi, Sayı 15, Şubat- Mart 2019. Şiir ve Şair üstüne düşünülmüş. Şiir bulamadım bu sayıda. Alaattin Karaca ‘edebiyatın sivilliği’ merkezli bir söyleşi vermiş. Diyor ki ‘Bence gerçek sanatkâr, sadece kendisine ezelde üflenen ruh/nefes dolayısıyla varoluşsal/fıtrî bir refleksle, eserinin ilk özünü oradan/fizikötesinde alır.’ Karaca’nın çoğu şiir görüşleri Sezai Karakoç’un söylemiş olduklarının başka bir tekrarıdır: Fizikötesi yaşantılı bir kişi yani.

Karaca, ödül ve devlet konusunda epey fikir serdetmiş. Şaire ödül verilmemeli diyor. Şair, ödülünü devletten değil; Allah’tan almalıdır gibi bir anlayışa sahip. Günümüzde şairin konfor düşkünü ve popülist olduğuna şüphe yok.

Fuzûlî’yi, Meryam dağ yazmış. Şairin çileciliği ön plana çıkmış metinde. Galiba Fuzûlî’den sonra şiir konusu çileyle daha bir içli dışlı açıklanır oldu. Gerçi Sezai Karakoç da bir şiirinde içlilikte Fuzûlî’yi mi geçeceksin diye soruyordu.

 

Kitap- lık, Mart – Nisan 2020. Yücel Kayıran’ın, Sabahattin Kudret Aksal’ın Poetikası ve Sorunları adlı metniyle açılıyor. Tinsellik ve tarihsellik ışığı altında ve Garip Şiiri ve İkinci Yeni ekseninde Sabahattin Kudret Aksal’ın şiirini konuşuyor. Ve diyor ki ‘

Ne bitmez şarkın var

Baca

Bütün gün tütersin

Bu şiir, Aksal’ın sentezidir; bence hiçbir zaman Garip olamaz ama içinden geldiği poetik güzergâhı, Garip’in içine yerleştirdiği yerde kendini bulur. ‘Baca’ bu iç içe geçişin şiiridir.

Murat Yalçın, Cevdet Karal ile konuşmuş. Cevdet Karal’ın verdiği cevaplardan cümleler alıp buraya yazmak isterim.

Ziya Osman Saba’nın tevekkülüne imrenirim.

Etkiden kaçmak, kendinde yetkinlik, yetenek vs. vehmeden kişinin hiç de yaratıcı olmayan refleksidir.

Simone Weil’in şu sözüne işte, yürekten katılıyorum:  ‘Hakikat ve güzellik gayrişahsidir.

Realist değilim, sadece ciddiyim.

Şiir, hepimizin algısında ortak olan bazı dayanak noktalarına ihtiyaç duyar. Şair, ne denli uca giderse gitsin, onları d gözetmek durumundadır.

Cenk Gündoğdu, Osman Çakmakçı ile söyleşmiş. Bunlar da Çakmakçı’nın cümleleri:

Gençken kitabım çıktıktan sonra derin bir depresyona girerdim.

Dünyada her şey bir kavram haline geldi, kavramsallaştı. İmge de değil, kavram. Gösterge haline geldi.

Bence 2000’lerle birlikte dünyada bir çağ kapanıp yeni bir çağ açıldı. Bu süreçte herkesin kafası karmakarışık. Dünyayı görüp algılamak, anlamak neredeyse imkânsızlaştı.

 

Kertenkele, Şubat – Nisan 2020. Konu başlıkları: Şiir öldü mü? Hikâye yaşıyor mu? Palto söylemi.

Şiir merkezli bir dergi, Kertenkele. Şiirin öldüğü yerde diğer türlerin de yaşayamayacağını söylüyor. Edebi türler arasında tahtta şiir vardır yani.

Yazında palto giyenlerin yanlış bir yerden yanlış bir şey giydiklerini söylüyor. Gogol’un Palto hikâyesine gönderme yaparak, yerel kaynağın referans alınmadığı belirtiyor.

Ali Celep, Sezai Karakoç’tan seçtiği şiirler üzerinde uzun poetik okumalar yapıyor.

Yoktur Gölgesi Türkiye’de şiiri için bakın ne yazmış:

Yoktur Gölgesi Türkiye’de, Sezai Karakoç’un çok sevdiği annesinin ölümü üzerine yazdığı bir şiirdir… İki kesitin son dizesi ve ikinci kesitin ikinci dizesi şiirin ‘özel’ bir kadından bahsettiğini öğretir. Bu ‘özel kadın’ın 1071’den bugüne yaşamakta olduğumuz toprakların mayasını karan manevi oluşumun ürünü olduğu açıktır…’


AŞKAR, Ocak- Şubat- Mart 2020. Kapağının değişmez alıntısı: Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!

İlk sayfada yine bizi İsmet Özel karşılıyor: ‘Hayatımızda ne kadar sıkıntı, tereddüt, inkâr varsa hepsi hitap ile cevap arasındaki münasebetten doğuyor.’

Ali Mücahit Yılmaz’ın Çözülme şiiri dikkat çekti. Bir kıta:

Yansıtan kablo erir donar fiberler

Haberler biter erir akşam ajansları da

Telaşsız bir güne uyanılır orada ben de eririm

Yalnız hatıra kalır kime kalacaksa

Aşkar, İsmet Özel’i tanımak ve öğrenmek isteyenlerin vazgeçilmezidir. . Sivas’ta çıkıyor. Bir yönüyle Konya’da çıkan mahalle mektebine de benziyor. Merkezde yer alan önemli şairler ve yazarlar buralarda yazıyor. Bu durum aslında dergiciliğin imkân bakımından ne kadar ileriye gittiğini gösterir. Dergiler arasında merkez- taşra ayrımı ortadan kalkmış gibi. Ama gene de öyle değil.

Şiir eleştirisi genelde Osman Özbahçe’nin şiire bakış açısından hız ve temel alır.  Bu sayıda yine şiir sanatı ütüne epey düşünce- metin üretilmiş. İkinci yeni konuşulmuş. Bu bahiste,  Osman Özbahçe öne alınmış.

Dergide Hayriye Ünal ile yapılmış bir söyleşi var. Hayri Ünal:

Çete ile akımı birbirinden ayıralım. Akım doğal akışta aynı çağda olmanın bir gereği olarak oluşur. Okullarda öğrenci tarafından kolay ezberlenmesi sebebiyle akımlar, guruplar daha kolay tarihselleşir. Bireysel maceralar daha seyrek öne çıkar…

Oysa günümüzde bireysel şairler daha bir ön aldı. Kalan şairler bireysel başarıları ile bunu başardı. Akım şairi olmak sanki geri plana atılıyor.

 

Yeprem Türk

29 Eylül 2020 Salı

İstanbul’un Kuşları



 

Kuşlar için yeryüzünün süsü derler. Güzelliği de.

Nuri Pakdil, bizi tarif ederken güvercin medeniyetiyiz lafzını kullanır.

*

Kuşları, Anadolu’da bu kadar yakından tanımamıştım. Onları sadece gökyüzünde uçarken görüyordum. Hep mutlu, mesut bir hayata sahip olduklarını  düşünürdüm.

Bu yüzden de çoğu kez kuş olmak isteriz. Hatta hoş durumlarda kuş kadar hafifledim, deriz.

*

İstanbul’un kuşlarını korona salgınında tanıdım. Sokaklarda simit ve yiyecek atanlar olmadığından olsa gerek, çatılara çıktılar. Ben de kuşlarla penceremin karşısındaki kiremit çatıda tanıştım. Salgın zamanında İstanbul’un kuşları bayağı zayıfladılar, fark ettim. Ve çatıya ıslak ekmek ve bulgur karışımı özel yapım bir yiyecek serptim. Sonra bu yemi çok sevdiler, yemin tiryakisi oldular; kuşlar.

Bazen de aslında ürktüm. Bütün Anadolu yakasının sokak kuşları çatıya birikecekler diye. Bayağı çoğalmışlardı.

Şimdilik yüz- yüz elli arası bir sayıda geliyorlar. Üç öğün besliyorum onları. Yem attığım saatleri iyi biliyorlar. Aksatırsam cama gagalarıyla vuruyorlar.

*

Hayatlarının çok zor olduğuna şahit oldum, kuşların. İki tane için nasıl mücadele ettiklerini gördüm. Ve bu mücadelenin onları yorgun düşürdüğünü de. Haftada bir iki kuş, gece konakladığı yere gidemeyecek kadar bitkin olur ve gelir penceremin iç tarafına girer. Peteğin üstünde uyur. Sabah arkadaşları gelince onlara katılır.

*

Aksayanlar, başka türlü sakatlananlar…

*

Rabbim onlara rahmet eylesin, rızıklarını artırsın.

 

 Yeprem Türk

25 Eylül 2020 Cuma

DEĞİNİ

 

 Epeydir, buradan bir ürün paylaşmıyordum. Çünkü salgın zamanında, internet salonları kapalıydı, internete erişemiyordum. Evimde internet ve televizyon kullanmayan birisiydim. Yeni ve altıncı şiir kitabım ‘İkindi Atı’nı çıkaralı iki ay olmasına rağmen ben yedinci şiir kitabımı yazdım gibi. Çok azı kaldı. Bu şiirler, elimin altında duruyor. İlerleyen zamanlarda Seferber ve Kuruluş dergilerinde çıkacaklar, inşallah.

Salgında dedelerimizi epeyce kaybettik. Bu, bana hüzün ve acı verdi. Ne diyelim, başımız sağ olsun. Şu dizelerimi, onların anısına paylaşıyorum.


 

İyiliği güzelliğiyle hayatı

Sanırdım meleğin huzur yumuşları

Allah kuldan söyler gibi konuşmaları

İsterim dedem geçerken kızarsın da sıratın yanakları

 

Hep semaya yakın yerde oldu dedem bana

Dupduru vaatlerine benzerdi Allah’ın

Ondan öğrendim

Kendi başından kendin geçerek yaşamayı

İnsan yandıkça tipi daha güzel çıkar’ı

İnsan üzülünce yanına Fatih’a gelir’i

Takkesi başında gurbetin fesi

Dedemin mazisi bende

Allah’ın koruması gereken Kâbe arazisi


Yeprem Türk

Solcular, nuru solak olanlar

 Sağcılık ve solculuk, fikir ve edebiyat tarihimizde olmadık şeyler üstünden tartışılmış.

Yani, Kur’an’da geçen defteri sağ tarafından verilenlerle sol tarafından verilenleri birer sağcı ve solcu yapamayız.

Sağcıları, kurtarılmışlar; solcuları da defteri dürülmüşler olarak addedemeyiz. 

İbn-i Arabi’nin Şeceret’ül – Kevn adlı eserinde şöyle yazar: ‘Sağ taraftakilerin bu ruhaniyetten nasipleri: O’na uymalarıdır. Sünneti ve getirdiği şeriati ile amel etmeleridir… Ashab-ı Şimalin, yani solakların da, o yüce ruhaniyetten aldığı nasipleri vardır. O nasipse: Dünyada himaye görmeleridir…

Sağcılık ve solculuk, aslında, birer ideoloji olarak bu bağlamların dışındadır. İki beşerî görüştür.

Defteri sağdan verilen solcular olacağı gibi defterini soldan alan sağcılar da olacaktır.

Bana göre solcular kimdir. Şöyle söyleyeyim: Solcular: nuru solak olanlar. 


Yeprem Türk

TEMASLAR

 

Her şair, yankısını âlimlerden duymak ister mi? Bilmiyorum. Ben şahsen bunu arayan biriyim. Çoğu dizemin bir başka söylenmiş haline ariflerde rastlamak sevindiriyor, beni. 

Ar Duru şiir kitabımdan bir bölüm: ‘Anlıyorum/ Ben Tanrı’nın aracıyım/ Yapar benle istediğini. Ve Fahrüddin-i Irakî’nin Parıltılar adlı eserini okuduğumda şu bölümle karşılaşıyorum: ‘Allah kulun sem’i ve basrı olduğuna göre kul Allah’ın vasıtası oluyor. ’

Yine aynı kitabımın şu dizeleri: ‘Erkek dağlar erkek çamlar ey kardeşler / Ey dişi ağaçlar dişi taşlar tabiat bacılar/ Bari siz zina etmeyeseniz. Bunun yansımasını Parıltılar’dan şöyle okuyorum: Haram denilen herhangi bir şey Hakkın cemaline uzaktır. Ondan sakınmak icabeder. Tabiat dahi ona rağbet etmez. 

Hani sormuşlar Nasreddin Hoca’ya: ‘Dünyanın merkezi neşedir?O da: ‘Dünyanın merkezi, şu anda benim bulunduğum yerdir.” demiş. Fahrüddin-i Irakî, Parıltılar’da diyor ki: ‘Hakikat küre gibidir. Kürenin neresine parmağını koyarsan orası tam ortasıdır.’

 Özellikle şairlerde önce içe doğma var. Kaside ve gazelde şiirin ilk beytine matla denir. Matla ise doğmak, ilham anlamındandır. Yani Valery’nin ‘İlk mısra Tanrı’dandır’ sözü buna denk geliyor, bir bakıma.


 Yeprem Türk