27 Haziran 2015 Cumartesi

Doğu ve Batı' da Ortak Karakter veya Mehmet ve Europa

Avrupalı devletler,  kahramana dayalı, kavimler üstü, yani ortak düşünceye sırt veren siyasi çatıyı fark ettiler.  İngiltere, Fransa, Almanya  gibi devletler bu konuya bilhassa eğilmek için şu aralar çalışmalarını hızlandırdılar. Avrupa Birliği kavramını artık neredeyse sömürgeler ve Doğu Avrupamsı ülkeler için vs. kullanır oldular. Avrupa merkezli kavimler için Avrupa Birleşik Devletleri filan diyorlar. Europa’yı ortak bir kümede devletleştiriyorlar.  Gerçi İngiltere, Fransa, Almanya gibi dünyanın en aşırı ırkçı sinir uçlarına ve ayrıksı felsefelerine sahip bu ülkelerin bunu nasıl yapacakları oldukça müphem.  ‘Eruopa’ onlar için ortak bir kahraman mı yoksa sadece tek  tek köklere dönüş arzusu mu olur? Ya da kanın akmasına ilk bıçak darbesi mi bu daha belli değil.

Ama  gene de Avrupa, Fransız İhtilaliyle doğan ve şimdi eskiyen siyaset ve devlet  düzenini  Doğu’dan önce terk etmeye hevesli. Ulus devletler nezdinde geminin su almaya başladığı çoktan görüldü.  Geçmişte olduğu gibi önümüzdeki çağda belirecek yeni siyaset etme biçimlerinde de üstünlüğünü kaybetmek istemeyen bir  Avrupa var karşımızda. Bu anlaşılıyor. Ama dediğim gibi bu siyasetin kadim ve asıl atölyesi Doğu’dur. Kahraman menşeli siyasetin asıl kökleri Avrupa haritasından öte bu topraklarda yatar. Bu işin üstatları dünyanın Batı yakasında değil Doğu yakasında otururlar. Üstelik Avrupa devletlerinin kalın çizgilerle yaşadığı bunca modernist ve seküler çizgiden sonra pert olmuş dini bir asabiyenin küllerinden anka çıkarmalarına inanmak pek mümkün gözükmüyor. Bunu Avrupa’nın Hristiyanlık çerçevesinden ziyade  Europa gibi yeni bir şey olmayan pagan literatürden bir birlik sembolü çekip çıkarma denemesinden anlıyoruz. Oysa dünyada ekonomi, kültür, üretim; doğal bir şekilde dini bir eksene kaymaya arzulu. Yani bu meyil, bu ivme bir  beşeri otorite tarafından sağlanmıyor da. Hayatın doğal akışından kaynaklanıyor. Belki de hala Avrupalılar o derece ilkesiz ve ahlakça nakıs modern bir maceradan sonra dini bir ihyaya yüz bulamıyorlardır. Ya da bir zamanlar kamusal alandan fırlatıp attıkları kiliseye karşı gurur yapıyorlardır.  Ancak yine de belli olmaz.  Her ne kadar zor da olsa Avrupa eski Yunan kalıntılarından hız alarak, varlıklarını yeni dünya düzeninde batmadan su üstünde tutacak kaldıracı keşfedip gözümüzü kamaştırabilir. Öte yandansa Avrupa adına uzun sürecek  karışık, sinik bir dönemi izlemek için  kameraları Avrupa’nın kent ve  kasabalarına çevirebiliriz. Dünya, dini köklere dönerek bir siyasi bilinç arzusundayken bu tespitlerimizin hayat bulması büyük olasılık.  Biliriz ki Avrupa bileşkesi milletler, yükselme başarısını dini inşa teşebbüslerine girişirken değil tam aksine dini öte iterek yaptıkları reformlara borçludurlar. Bu da Allah bilir tekrar kaç yüz yıl sonra yinelenebilecek bir şeydir.

Yeprem Türk

16 Haziran 2015 Salı

15. Kahraman Eksenli Siyasada Zafer Anlayışı




Son yüzyılda Orta Doğu’da neredeyse, Çanakkale’den başka, kazanılmış daha şümullü bir zafer yoktur. Bu başarı, Osmanlı’da  omurgayı taşıyan düşüncenin yani kahraman eksenli savaş stratejisinin bir ürünüdür.  Sünni Arapların, Kürtlerin ve Türklerin bir kahraman etrafında, uzaktan yakından yani aynı ruh içinde vermiş oldukları son büyük savaşın adıdır Çanakkale. Bu savaşta ne Araplara ne de Doğu’nun herhangi bir etnik öğesine karşı alınmış hiçbir cephe ve art niyet yoktur. Tersine bir kucaklaşmanın,  büyük bir ortaklaşmanın bir ürünüdür, Çanakkale. Sonraki dönemlerde, bu mirası hem kullanıp hem  ona ihanet ederek ortak kahramana dayalı yaşam, kültür, siyaset bilincini yok etmeye çalışmış Kemalizm ya da  cumhuriyetçi siyasa ile bu ruhu  alakalandırmak bu yüzden büyük hatadır.
Bugün bakıyorum da Çanakkale ruhunu cumhuriyetçi ve Kemalist rejimlere yıkan sosyalist ve ulusalcı marjinal Kürtler, bu ruha karşı Kürt Kemalizm’i  diyeceğimiz bir ruh içinde kendilerine ayrı bir ulus bilinci kazandırma uğraşısı veriyorlar.  Ve  bu ulusal bilinci Amerika’nın desteği altında Orta Doğu’nun diğer unsurlarını yok ederek kazanmaya çalışıyorlar.   Bir kavmiyetçi cinnet olarak da okuyabileceğimiz bu hareket  Kürt- Arap düşmanlığının en etkili tohumlarını ekmekten başka bir işe  yaramıyor.
Oysa Doğu’da zafer anlayışı hiçbir zaman bu minval üzere olmadı. Türk’ün ya da Kürt’ün, Arap’ın kazandığı ama bunlardan birinin kaybettiği bir savaş zafer olarak adlandırılmamıştır.  Hem  Türk hem Arap hem Kürt kazanmışsa bir savaşta, işte o ancak zaferdendir.
Hamdi Tanpınar yeni yüzyılın başında beliren edebiyatımız için ‘kriz edebiyatı ‘ ifadesini kullanmıştı.  Aynı kriz bugün edebiyatı da aşmış bir kriz toplumuna, kriz millet ve yanlış zafer anlayışlarına doğru ilerlemiştir. Bu da ortak bir kahraman-siyaset etrafında harekete olan ihtiyacın önemini artırmıştır.



Y. Türk

14 Haziran 2015 Pazar

Dil, Meşrep

Dilimiz bazen öyle bir hayat yaşar ki, akşam olunca ağızda uyumak istemez. Mübarek mekan ağızdan, bir ahıra kaçma arzusu duyar. Belki de hayvan gibi gündüzü yaşadı, geceyi de meşrebine uygun bir yerde geçirme gereği duyuyor.

Kusura bakmayın, bu dil öncelikle benim dilim. Ama genelde, bir  toplum sorunu. Dil, eğer insanlar arasında bir araçsa ve halk arasında geziyorsa onun yaşam şeklini de sorgulamak gerekli. Mesela hiç dikkatinizi çekmedi mi? Dilinize yansıyan sözcükleri deme tavrının doğanıza ve kültürünüze edaca yansıdığı. III. Selim’den itibaren konuşulan Türkçe’nin kudüm ve zillerle gevşeyip bir fikir taşıma ciddiyetinden uzaklaştığı.

Dilde meşrep bu yüzden hayati derecede önemlidir. Sanırım insanlara günlük hayat içinde  kat tayin eden de budur.Böyle de olsa, benim at koşturmak istediğim dil bazılarının karnımda birilerinin göğsümde dediği dalak dilidir. Bir çeşit ümmet dilidir. Halk, orada en net görünür.

Çünkü Milleti daha ziyade yürekten bilmek gerek. Ben halkı içime ekip burada hasat etmeyi severim. Halkın köklerini orada daha iyi görürsünüz. Halk sade el ayak, oturup kalkma veya kültür seremonisi, kelimeler yığını değildir. Halkın biçimi, iç dünya ve manasının yanında nedir ki?  


ADEM KALAN

12 Haziran 2015 Cuma

Siret ve Suretle Somutlaşmak

 -Ak Parti, tüm başarı ve dolgunluğuna rağmen bir belirsizlikten sendeledi. Seçmen Ak Parti'ye, nereye doğru gidiyorsun, tamam her şey iyi hoş da bu gidişin nihai hedefi neresidir, adını koy, dedi. Bu aslında halk tarafından gelen masum ve yerinde bir istektir. Yürünen yönün yerin ismi belirtilmelidir ve söylenmelidir. Çünkü İslamcılık dahi iyi ve hoş niyetli bir belirsizliğin fazla uzun sürmesinden öldü.

 -Ak Parti,  Anadolu’dan Filistin’e kadar,Yunus’un yetmiş iki millet dediği bir toplamın ilk büyük öncü partisi olma yolundadır. Ancak Ak Parti'nin  kapital kirlerden arınması ve sosyal adalete yürümesiyle bu böyledir. Ve bu yetmiş iki millet bugün Mehmetli Milleti’dir.  Ve Ak Parti bu kapsayıcılıkta diretmelidir. 

 Zaman gazetesinde, 12 Haziran 2015, Mümtaz'er Türköne, Ak Parti siyasetini sembollerle yürüyen bir şey olarak tanımlamış.  Doğrusu genel tarihi  itibariyle yüzde kırk yüzde elli iki arasında oy alan bir parti, seçmen nezdinde belirsiz bir resme hapsedilmiş. Tamam Ak Parti ekonomide, siyasette gelecek kuşakların üzerinde hayranlıkla duracağı  bir atılım numunesi gerçekleştirmiştir. Ülkeyi özgürlük ve refahla donatmıştır.  Ama bunu hangi somut sistem ve  siyaset uğruna gerçekleştirmiştir? Türköne’nin Ak Parti siyasetini sembol adında bir sembole indirgemesi, Ak Parti’nin halk katındaki bir intibaını tanımlama çabasına denk gelir. Doğrudur da.
 Bu şu demektir: Ak Parti, iyi hoş dindar bir o kadar da anti kavmiyetçidir. Ama bu tavrıyla bile nedir? Neye denk gelmektedir? Nasıl bir gelecek inşa etmektedir? Mesela HDP Kürtçülük, MHP Türkçülük, CHP cumhuriyetçilik evrenlerini temsil ederlerken bunların dışında veya karşısında olan Ak Parti neyin temsilini üstlenmektedir. Osmanlıcılık mı güdüyor Ak Parti? Eğer böyleyse derler adama Osmanlı ruhu tamam aramızda yaşıyor, ama o eski şartlar ortadan kalkalı çok olmuştur. Siyaseten Osmanlı medeniyeti,  ruhunu kendinden sonra gelecek yeni medeniyet inşasına vermemiş midir? Yenilik dediğimiz şeyin adı nedir o halde? Bu doğrultuda Avrupalıların Ak Parti’nin durduruluruluşuna Selahaddin Eyyubi veya Fatih benzetmesi yapması doğrudur. Daha doğrusu, Mehmedi bir kalkış engellenmek istenmiştir. 
Tam da şimdi Ak Parti’nin zihniyetini siret  ve suret bakımından akıllı bir  somutlaştırmaya gitme zamanıdır. Hem Cumhuriyet ideolojisine hem de Kürtçülük hem Türkçülük yani kavmiyetçilik ideolojisine uzak kendi siyaset evrenini, Anadolu topraklarından doğup Balkanlar'dan Afrika’ya kadar huruç eden bu anlayışı Türkiye’de yaşayan seçmen adına elle tutulur bir şekilde tanımlamalıdır. Örneğin Mehmedi bir iş hedefi güttüklerini halka net şekilde söyleme yolunu bulmalılar. 


Y. Türk

8 Haziran 2015 Pazartesi

Faton insanları düzleyen doğal bir şey midir?


Postmodernizm, felsede şiirde sanatta yalınlığı kovmuştur. Yalınlıksa şiddete, cahile kaçmıştır. Alimler şairler düşünürler bu olayda birinci derecede sorumludurlar. Ve bu yüzden dünyaya felsefe siyasa sanat hayat anlayışı bağlamında bir faton süreci gerekmiştir.

Yaklaşıyor kardeşlerim yaklaşmakta olan’ bunu bir şiirinde üç defa tekrar eden İsmet Özel’di. Ne yaklaşıyor da İsmet Özel, bir ihtarı üç kere tekrar etme gereği duyuyordu. Bu uyarıdan elli  küsur yıl sonra  Hüseyin Yahya Şekerci  Diriliş Postası’nda, Postmodernizmi ‘Muammanın Sürüklediği Yeni Yer’ olarak adlandırıyor.  Yazı  boyunca Postmodernizmin kolay çözümlenecek bir şey olmadığından dem vuruyor Şekerci.  Anlamın korunaksız kalacağı meselesi, metnin mihenk  taşıdır. Anlamak’ denen şey  kafasını korusa kurşun topuklarına gelecek. Aslında Şekerci genelce böyle demek ister.

7 Haziran Diriliş Postası, Fatih Mutlu, aynı meseleye bir çıkarma yapmış. ‘Allah biliyor ya, yakında çok büyük sarsıntılara sahne olacağız…Haritalar değişecek, insanlar da değişecek.Yepyeni iktisadi sistemler, yepyeni hukuki yaklaşımlar, yepyeni devlet,ülke, millet tanımları göreceğiz’ şeklinde düşünce üretmiş.  Aslında bu üç endişenin önemi de toplaşğı yer bakımından bir fatona işaret etmesinde yatar. Postmodernizm bu fatonda en etkili unsur. Faton aslında beşer açısının manada bittiği yerde başlar.  Ve faton sonrası  hayat yeni bir hayattır. Yeni insan, yeni iş, milletin yeni tanımları vs. Bizdeki tam karşılığı ise ‘asanın kırılma anıdır’. Kırıldıysa yani asa yeni bir peygamber gelir.  Akabinde akit yenilenir, bozulan düzene yeni  bir sistem biner.  Bazen bu nevi şeyler sıradan şeyler olur.  Bu kavramları ve tartışmaları mesela artık gazetelerden okuyoruz. Hakikatte yaklaşan bir şey vardır demektir bu. Bu süreçte sıkı duran, inancını arındıran, adaleti sırtlayan kazanır. 

İşin edebiyatına gelirsek,  edebiyat dergilerinde de görmek isterdik, aynı konuları.  Ama maalesef yok.  Sanırım millet ve halk kavramına bu kadar yabancı kalmış bir edebiyat ortamını bir daha görmez sanat tarihimiz. Oysa metafiziğe en yatkın varlık halktır. Metafizik bir millet mefhumudur. Millet kelimesine  perdeleme yapmaya gerek yok. Bir yanımda, biz Mehmetli Milletiyiz deyince gözleri parlayan, muhabbete gark olan halk, millet; diğer yanımda M.D.’yi duyunca ürken edebiyat müdavimleri. Edebiyat dairesi içinde çağdaşlarıma bundan dolayı yabancıyım. Ve içlerinde en yalnızıyım.  Oysa bu faton fırtınası onlara da şiire de edebiyata da tesir edecek. Çoğunu silip süpürecek. Geride çok azının avaazı kalacak.


Yeprem Türk

YALINLIK


Akıl ve kalbiniz müsterih olsun
Pis işler yenememiş bizi
Desem kim inanır  buna
Mesela boş insan yalını iyi yaşıyor

Edebi bir rivayettir
İnsan sanatı gören hatırlar
Mesela sevgili kavramlarım
Sizler yaşıyorsanız nasıl
Öyle idare edilirsiniz.

Yalınlık, edebi bir kavram ve şiir kabzası değil artık derim.   Ne yolu yol ne kanı kan. İşi iş olamıyor. Melek bildik balta oldu. Şiir tarihinde kıdemliydi oysa. Millet geleneğinin dışına kaçtı.  Küfürlü ağızlardan, silahlardan ses versin bakalım. Şiddet bülbülü.

Akşam gece gündüz sabah
Alimin sanatın kovduğu yalınlık
Ne yapsın kurt karga dağ başlarında
Cahillere tutunmaktan başka


Yeprem Türk