7 Temmuz 2014 Pazartesi

ÖYKÜCÜDEN VE HİKAYECİDEN ANA AKIMDA ÖNCÜ OLMAZ

Edebiyat, bizde atılımını şiirle ya da şairle yapar. Aslında fikir de bu çerçeve içinde doğar, gelişir. İslam milleti, atılım ve ufuk ihtiyacını böyle görür. Öykücü ya da hikayeciden geniş çaplı bir estetik ya da düşünce atılımı beklenemez. Rotayı değiştiremez, bir havuz yapamaz, öykücü. Günümüzde çoğu hikayecinin bir düşünce tarafı da vardır. Ama bizim edebiyatımız, merkez kürsüyü hiçbir zaman hikayecilere ve öykücülere vermedi. Hikayeci, öykücü biraz da şairin arkasından gelen izcidir. Şiirin izlerini takip eder hikayeci. Edebiyatı genelce bir dönüşüme soktuğu  pek görülmemiştir, öykücünün. Hikayeci tarafı buna engeldir. Ağırlık, olay örgüsü üzerine doğrudur, öyküde. Ütopya eserlere ne demeli? Derseniz. Mesela George Orwel’in 1984’üne. Batı’ nın nesir alanında böyle bir kabiliyeti var. Bu da sınırlıdır.  Batı ütopyası’nın ya da kurmacasının karşılığı gene de bizde Binbir Gece masallarına denk gelir. Ve Batı’da dil babaları bugün, Dante, Shakespeare şeklinde bilinir. Bizde ise Yunus. Cami kürsülerinde araya sıkıştırılan cümleler şair dizeleridir, genelde. Çünkü öykü, şiir kadar inatçı, bulucu, serdengeçti, milletin beygiri olamıyor. Hele bu, bizde imkansız gibi bir şey. Hikayecilerin geçmiş akım ve mantıkla iş kotarmaları bu fikrimizi desteklemeye yeter. Bir arkadaşıma hikayeciden ana akım üstadı olmaz dediğimde alınmıştı, arkadaş. Bana hak vermesi biraz süre aldı. Hele bir şaire, hikayecinin üstat olması, düşünülemez bir şey.

 YEPREM TÜRK

3 Temmuz 2014 Perşembe

YEŞİL DEĞNEK: İSLAMCILIK


 
İslamcılık hareketinin geldiği son aşamanın adı, milletimizi kültürüyle birlik yok etme operasyonudur. İslam için tek medeniyet tek devlet bahanesiyle sivil halkın tarihten gelen ananelerini silmeye ant içmiş, İslamcılık. Oysa bilinmeli, tek başına medeniyet diye bir şey yoktur. Medeniyet, kültürlerin bileşkesinden doğar. Havuzdur. Bu havuzun suyu, kültürlerdir. Yerelliklerdir. Karşı konulan bu kültürler, İslam yaşantısı içinde husule gelir. İslam’ın hayat alanıdır, bunlar. Bunlar kaybolursa, orada önce insan, sonra İslam yaşantısı buharlaşacaktır. İslamcılık, bütün bunları es geçti. Sivil halkın olağan yaşantısı içinde edindiği deneyimleri gericilik saydı. Aslında başımıza İslamcılık, Avrupacılık gibi geldi.  Özellikle halkın yaşattığı derin değerleri yererek, hatta onları bir ayrımcılık vasfına büründürerek Avrupa zihniyetinde bir işlev gördü. Bu açıdan, halka bakış itibariyle Kemalist zihniyetin bir başka versiyonu olarak hareket ediyor. Elinde, halkı güden apaçık Batıcılık gibi bir şeyi yoktur İslamcılığın.  Ancak kendine has başka bir aracı vardır.  Bunun adı da ‘yeşil değnek’tir.  



İslamcılık bir değnektir. Ve bunu da yontmuş bir el elbet vardır.  Bu yeşil değneği tutan el kimindir? Buna cevabı, metnin sonunda vereceğim. Çünkü orada bir akıma işaret etmem gerekiyor. İslamcılığın kaynağı neresidir orayı göstereceğim.  İslamcılıkta vatan kavramı pek yoktur, bilirsiniz. Vardır da insana ayıp olmasın nispetinde vardır. İslam’ı nerede yaşayacağınıza dair sorun da burada belirir. Bu kavramın, yıllarca altı boşaltılmaya çalışıldı, İslamcılar tarafından. Ve vatan kavramı hezimete uğratılınca Doğu’da, bu kavramın yeri kapitalizmin varlığıyla doldurulacaktır.  Avrupa baronlarının son yayınladığı ve daha birçok  küçük devletin yolda olduğu izlenimi yaratan haritalara bakarak söylüyorum.  Petrol kuyularının olduğu yer vatandır, artık.  Bu siyonizmin kaçıncı aşamasıdır, sonrasında nasıl bir aşama var bilmiyorum. Ancak bunu kestirmek de o kadar zor değil. İslamcılığı biçimlendiren el, son olarak, bir kale vazifesi görerek Doğu'yu koruyan, Batı’nın Doğu üstündeki hakimiyetini kıran  Anadolu’yu İslamcılıkla zayıflatmayı deneyecektir. Aslında bu herkesi kendi meşrebiyle kabul etmeye hayır diyen, insanları alabildiğine dönüştürüp, yarına cascavlak çıkarmak isteyen, yüzyıllık bir projenin ismidir. Doğu’nun çoğulcu tabiatına meydan okuyan, medeniyet halısındaki tüm renkleri havaya uçuran, orada bir uzay boşluğu yaratmak isteyen,  Paramiliter düşüncenin bir ayağıdır, İslamcılık.

Yeprem Türk




1 Temmuz 2014 Salı

NEO-EPİK ŞİİR YA DA NAM-I DİĞER ANADOLU HAREKETİ

Değişik açılardan her daim İslam milletinin önünü açan şiirin,  modern çağda, değişik akıl sahipleri tarafından artık bu görevine son verilsin isteniyor. Sırf bu yüzden, dün de II.Yeni hareketini yok saymıştı aynı kafa.  Ancak nafile bir çabadır, bu. Şiir görevini yapmaya devam edecektir. Türk şiir tarihinde bu görevi gören akımlardan bir tanesi de Neo-epik şiir akımıdır. Neo-epik şiir ile Türkiye’nin kıpırdanışı aynı zamana denk gelir. Ve bu boşuna değildir. Geleceğin silüetini şiir verir, bizde. Epiğin, neo-epik şiirle, modern hayata tekrar doğrudan girişi ve Türkiye’nin belli açılardan kıpırdanışı ayrı şeyler olarak düşünülemez. Doksanlarda Türkiye ve şiir birlikte bir dönüş yaşamışlardır. Anadolu insanı, burjuvanın siyaset üzerindeki etkisini kırarak Türkiye’nin canına nasıl can katmışsa, şiire de bu ruhu Neo-epik şiir akımı üflemiştir. Aslında bu açıdan bakılırsa, birçok alanda, temelde bir Anadolu devrimi yaşanmıştır, ülkemizde. Neo-epik akım da, bir Anadolu şiir akımıdır, nihayetinde. Bir Anadolu hareketidir.

(Kuruluş Dergisi sayı 4'ten)

Yeprem Türk


25 Haziran 2014 Çarşamba

SAYI 4 TEMMUZ AĞUSTOS 2014



BU SAYININ ÇEKİRDEK ANLAM ÖZETİ : İSLAMI YAŞAMAK, AY YILDIZLI BAYRAĞIMIZA BAKMAK ve DÜŞÜNCE ÜRETMEK, İNSANIN ve UFKUN ÇEPERLERİNİ AÇIYOR.


Y.T.


20 Haziran 2014 Cuma

SÖZ ZIRHI



         

                                       

           Sözümü eğip bükenin
           Onunla alay edenin
           Dilerim Allah'tan
           Elleri kurusun





                      Y.Türk

18 Haziran 2014 Çarşamba

EVVEL KİŞİLİK VARDI



Bazı yazarlarda boynuz kulağı geçiyor. Yani yazdığı eserler hem toplam hem de etki bakımından sahibini geride bırakıyor.  Bu bir yönden iyi bir yönden de tehlikeli. Çünkü yazardan öte  olan şeyler öncelikle kişide beliren ruhun macerasını unutturuyor.  Diğeri de, kendini daha çok eserlerle belli edecekken  bunu eksik yapmış oluyor.  Yazının dünya tarihi böyledir. Kimi kişilikte zirve kimi  eserde. Nuri Pakdil, birincisine örnektir.  Varoluş tarzı, duruşu, hatta simasıyla yaşadığı topluma verdiği insanlık katkısı yazdığı eserlerden fersah fersah öndedir, Pakdil’in. Öncelikle bir derviştir, Pakdil. Bu açıdan Horasan temelli bir yol tutuşa sahiptir. Nezaketiyle, saygısıyla, nefse ve kapitalizme direnişiyle bu ekoldendir. Batılılaşmadan ve uygarlaşmadan medenileşmek diye sanırım buna denir.  Bu geleneği kendi üstünde gösterenlerden, parlatanlardan. Modern çağın pastorallaştıramadığı, dünyada sayılı kişilerdendir. Damarlarına, Selahaddin Eyyubi gibi durmadan Kudüs, Mekke, Medine kanı pompalayan bir düşünürün figürleşmesi düşünülemez bir şeydir zaten. Üstelik hiçbir kitap telif etmeseydi bile Nuri Pakdil, bugünkü görüntüsünden bir şey de kaybetmeyecekti.

Çünkü eserden önce bir tavra sahiptir Nuri Pakdil. Eser, evvelde kendisidir. Aynı zamanda bu, modern çağın dışında bir sanatçı algısıdır. Çağın teknik ve zihniyetiyle yapılan Pakdil eleştirileri mesela Pakdil’i anlamaya yetmiyor.  Sanatçıyım diyen birine, madem sanatçısın kaç kaset çıkardın şeklinde yaklaşan salaş eleştirel tutumun görüş alanı ne kadar açıktır? Bu aslında bellidir.
Borges okumuşsanız bilirsiniz. Borges, Yedi Gece adlı eserinin bir yerinde Pythagoras isminden bahseder. Ve bu adam ardından tek bir satır bırakmamıştır. Kendini belli bir metne bağlamak istemez. Düşüncelerinin ve duruşunun ölümünden sonra da tilmizlerinin zihinlerinde dal budak salmasını umut eder. Aslında Nuri Pakdil, kişilik olarak, Horasan damarına sırt vermiş, biraz da böylesi bir kişilik demektir.

Not : Bana bu yazıyı Üstat'ın (Hakan Arslanbenzer) Önemli Olan üzerine yazdığı  metinde geçen ketumluk ve gevezelik mevzuu ilham etti. Üstat bana Mersin'i gösteriyor. Ama ben tersine.

Yeprem Türk