18 Şubat 2021 Perşembe

KURULUŞ, Mart - Nisan 2021, YIL 8 - SAYI 44


 


v  

KURULUŞ DERGİSİ KİTAPLIĞI

Şiir Kitapları

1.        Önemli Olan , 2013  (Yedi İklim Yayımları)  İstanbul

2.        M. D.      , Mart 2014   (Kuruluş Dergisi Yayımları)    İstanbul

3.        15 Temmuz’a Yakma,  Aralık 2016  (Kuruluş Dergisi Yayımları) İstanbul

4.        Milletimde Muhammed’in (S.A.V.) Cemali,  Eylül 2016  (Kuruluş Dergisi Yayımları) İstanbul

5.        Arı Duru, Haziran 2018  (Kuruluş Dergisi Yayımları) İstanbul

6.        İkindi Atıİlkbahar 2020 ( Kuruluş Dergisi Yayımları) İstanbul

 

Düşünce- Deneme ((TEZ)

1.        İnsan, Bir Dünya Klasiğidir,  Mart 2014  (Kuruluş Dergisi Yayımları) İstanbul

2.        Mehmetli Milleti, İkinci Basım  Temmuz 2017  (Kuruluş Dergisi Yayımları) İstanbul

3.        Çağımdan Birkaç Mana, Temmuz 2017 ( Kuruluş Dergisi Yayımları) İstanbul

4.        Bayrak Risalesi, Ocak 2018  (Kuruluş Dergisi Yayınları) İstanbul

5.        15 Temmuz Direnişi & Vatan Hikmet Cengi, Temmuz 2017 ( Kuruluş Dergisi Yayımları) İstanbul

6.        Kırk Yaş Kitabı, Ocak 2019  (Kuruluş Dergisi Yayımları) İstanbul

7.        Kırk Şehir Kitabı, Eylül 2018  (Kuruluş Dergisi Yayımları) İstanbul

8.        Kırk Erenle Dertleşme Kitabı, Mayıs 2019  (Kuruluş Dergisi Yayımları) İstanbul

9.        Türkiye Mesnevisi,  İlkbahar 2020 (Kuruluş Dergisi Yayımları) İstanbul

 

Poetik Eserler

1.        Devlet Şiiri, Mayıs 2014  (Kuruluş Dergisi Yayımları) İstanbul

2.        Fâniler Yazının Âlimi: Şiir, Temmuz 2017 (Kuruluş Dergisi Yayımları) İstanbul

3.        Bir Vefa Kitabı: Osman Serhat Erkekli Kitapçığı, Temmuz 2019  (Kuruluş Dergisi Yayımları) İstanbul

 

 

   Şiir Yıllıkları

      Türk Şiiri 2017 Yıllığı   (Ocak 2018) Kuruluş Dergisi Yayımları- İstanbul

       Türk Şiiri 2018 Yıllığı    (Ocak 2019) Kuruluş Dergisi Yayımları-  İstanbul

       Türk Şiiri 2019 Yıllığı    ( Ocak 2020) Kuruluş Dergisi Yayımları-  İstanbul

               Türk Şiiri 2020 Yıllığı    ( Ocak 2021) Kuruluş Dergisi Yayımları - İstanbul


                      KURULUŞ DERGİSİ 


1 Şubat 2021 Pazartesi

NUR ve IŞIK

 


İsterseniz Ahmet Cevdet Paşa’nın devlet şekillerini ruhanî ve cismanî olarak ikiye ayırdığı yere tekrar dönelim. Aslında her devletin de bir medeniyet tezini içinde taşıdığını buraya not edelim. Devamını isterseniz mağara istiaresiyle getirelim ki temellere inelim.

Platon’un mağara metaforu uygarlığın temelidir. Işık içerden değil dışardan gelir. Aslında dışardan, tabiattan gelen şeydir: ışık. Ama mağaraya inen ana aydınlık da nurdur. Medeniyetle uygarlığın aynı şey olmadığına çok vurgu yapılır.  Medeniyet nurla inşa edilir. Uygarlık ışıkla. Işığın da mağara keşfedilmiş olması, mağaranın tefekkür yeri olması itibariyle onun bir düşünce sistemine eşlik etmesini anlatır. Ama nur doğunca ışık nura dâhil olur. Ve Yunus’un şiirlerini bu tür kritik anların aydınlatılması açısından önemli buluyorum. Çünkü Yunus’un şiirinin altında vahdet- i vücut düşüncesini meydana getirmişlerin özümsenmiş zihni var.  Yunus ‘Dağlar ile taşlar çağırayım Mevlâ’m seni’ derken ışığın, nurun kudretine  rücu etmesini anlatır. Nur, ışığı da kavrar öyle huruç eder.  

Ahmet Cevdet Paşa devlet şekillerine ruhanî ve cismanî derken büyük ihtimalle bu nur ve ışık ayrımına dikkat çekmek istiyordu.  


Yeprem Türk

&

 

Katılaşma hızlandı. Modern dünyada iki katılaşma var. Biri içten, diğeri dıştan katılaşma. İçten katılaşma merhametsizlik, saygısızlık, sevgisizlik. Dıştan katılaşmaysa görsele verilen aşırı önem. Bu da yüzeyselliği artırdı, derinliği öldürdü.

Her şey kirlendi. İnsan, su, hava, iş, ticaret, sanat. Kirlilik kalabalığından temizlik kıpırdayamıyor bile.

Her şey paraya yar oldu. Para, asgari ahlak (İbn Rüşd). Kapitalizm asgarisinin de asgarisi.

Bunlara kader diyemeyiz. Kader, tedbirledir. Her şeyi elimizle yaptık.

Mecnun’un özlemi Leyla’ya; bizim özlemimiz temiz gıdaya, temiz havaya, derinliğe, sevgiye, saygıya, temiz ahlâka.


Yeprem Türk

Oysa insan yasak meyve yemeden de çağ açabilir

 

 Modern Çağ’ın temelinde süregiden bir yasak meyve zihni var.  İnsan evvela cennettedir. Yasak meyveden yemiştir, mekân değiştirmiş, cennetten dünyaya inmiştir. İnsan yine yasak meyveden yemiştir, tohum olarak ana rahmine, oradan yeryüzüne varmıştır. Batı insanının mekân seyrinde, çağdan çağa geçişinde hep bir yasak meyve izi, duygusu bulunur. Ortaçağ’dan Yeniçağ’a geçerken de Batı uygarlığı birçok yasak meyveden tatmıştır. Eski Grek uygarlığında da Prometheus, Tanrı’nın ışığını çalarak, yasak meyveden yeme düzenine işaret etmişti.

Modern Avrupa şiirinin ve felsefesinin alt yapısını çoğunlukla bu yasak meyve algısı düzenlemiştir.

Son yüzyılda, bir dönem dünyayı kasıp kavuran Ekzistansializm de bu düşüncenin en önemli evresidir. Bu felsefe içinde insan adeta yasak meyve vazifesi görür. Buna göre insan dünyaya fırlatılmıştır, sahipsizdir, bunalımlıdır, umutsuzdur, bulantı içindedir. Hiççilik düşüncesi de buradan türetilir. 

Ekzistansiyalistlerin sistemleştirdiği varoluşçuluk lanetlenmiş bir yasak meyve varoluşçuluğudur.

Örneğin Baudelaire’in Şer Çiçekleri, aslında yasak ağacın çiçekleri gibi duruyor.  Bu tür varoluşçuluğun en büyük destanıdır.

Ah keşke bir engerek yılanı doğursaydım,

Bu garip yaratığa meme vermek yerine!

Günahımın cezası ile bak doldu karnım,

Lanet olsun bir anlık zevklerin gecesine!

*

Oysa insan yasak meyve yemeden de çağ açabilir. 


Yeprem Türk

29 Ocak 2021 Cuma

NE CİSMANÎ NE RUHANÎ

 

Batı düşüncesi hep ruhanî ve cismanî tezatlığında ilerlemiştir. Biri öne alınırken diğeri dışlanmıştır.

Batı zihni Modern Çağ’da cismanidir. Ortaçağ’da ise ruhanî. İlkinde pozitif ilimler öne çıktı, ruhaniyet dışlandı. İkincisinde ise tamamen ruhanîlik hayatı yönetti, bilim düşman ilan edildi. Ruhanîyet ve cismanîyet aynı varoluşta bir türlü buluşamadı.

Oysa bir medeniyet ne tamamen ruhanîdir ne de tamamen cismanîdir. İkisinin de oranınca bileşkesi bir yerdedir.

Gerçi önceleri medreselerde dini ve pozitif ilimleri aynı anda okutan Osmanlı eğitim sistemi, Ortaçağ’ın kiliselerine benzer ruhanî bir kisveye bürünmüş, bilimi dışlamıştı. Batı yordamınca bir ruhanîyeti kuşanmış ve maddesel karşıtlığa düşmüştü.  Zaten Tanzimat dönemi düşünce sistemimiz bu karşıtlık içinde yol aldı.

Örneğin Ahmet Cevdet Paşa devlet şekillerini ruhanî ve cismanî olarak ikiye ayırır. Bizim devlet anlayışımızı ruhanî bir yapı olarak yorumlar. Batılı devletleri ise cismanî.  Oysa farklı zamanlarda birbirine zıt yönde yürüyen bu iki devlet anlayışı da yine Batı’ya hastır. Çünkü Batılı devletler ortaçağda ruhani iken; modern çağda tamamen cismanî oldu.

Bu zıtlık yer yer nesiller arası tezatlığa bile dönüşmüştür. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren öykülerde, romanlarda dini vecibelerini yerine getirenler, Kur’an okuyanlar büyük anneler ve dedelerdir. Sanki dinle haşır neşir olan son nesil onlarmış gibi anlatılır.  Dolayısıyla da ruhanî nesildir. Yeni nesilse bilimle uğraşan, dinle arasına mesafe koyan bir kesim olarak lanse edilir, bunlar da cismani hareket eden nesildir.

Oysa bizim devlet ve hayat anlayışımız sırf ruhanî de sırf cismanî de değildir.

Ne İbn-i Sina’da ne İbn-i Rüşd’de böyle bir ayrım vardır. Din de tabiat da paralel bir yöndedir.

Din ile bilimi karşıtmış gibi göstermek önce Ortaçağ Hristiyanlık dünyasının sonra da Modern Çağ’ın bir hastalığıdır.

Biz ikisini de nispetince birleştiren Fıtrî ekolden geliriz.

Hani demiş ya Yunus ‘Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevla’m seni’. Dağların, taşların yerine pozitif ilimleri koyun.


Yeprem Türk

22 Ocak 2021 Cuma

ASGARİ TARZ


Mustafa Özel, ‘Paradan, ekonomiden anlamayan şiir yazmasın’ manasında bir şeyler der. Aslında bu deyişin kaynağı ‘Ezra Pound’un ‘Medeniyeti takip etmek istiyorsan parayı takip et’ sözüdür. Son uygarlık olan Batı uygarlığı hakikaten Rönesans- Para ilişkisini bir zaman sonra paraya devreden bir tarzla yürüdü. Dünyayı da peşine bu paranın yarattığı konforla ve avantajlarla taktı. Para-varoluşsal bir temelde üç yüzyıldır yürüyor. Bugün kültür bile para üzerinden bir değere kavuşabiliyor. Para ediyorsa yani kültürdür. Paranın gücü diğer erklere boyun eğdiriyor. Max Weber’in Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu adlı kitabı bu anlamda paranın, din-insan ilişkisi üzerindeki idare edici kudretine bir şerhti.

 Acaba varlığını büyük oranda paraya borçlu olan bir uygarlığın devamı söz konusu olabilir mi?  Ya da insan parasal hayvan olmaya devam edebilir mi? Elbette insanın, tabiatın, fıtratın ve toplumsal ilişkilerin paradan aldığı yaraları gözden geçirirsek bu zor gözüküyor.

Çünkü para, emeği örttü. Emekten bağımsız hareket eden bir kimliğe büründü.

Oysa bir medeniyeti takip etmek istiyorsak hukuku, fıtratı, ilmi, irfanı ve emeği takip etmeliyiz. Finans sistemiyle deliren para da bu sayede akıllanmış olur.

Para elbette önemli. İbn Rüşd, para için asgari ahlak, der. Ama bir medeniyet de asgari olan bir şeyle huruç etmemeli. Kapitalizm gibi.  Özellikle de Post- Modern dönemde politika, coğrafya, kültür bu asgari ahlakla okundu.

İlk kuşağını Rönesans’la oluşturan Batı uygarlığı bu anlamda dayandığı ikinci kuşak temel  (Para / Kapitalizm) itibariyle asgari bir uygarlıktır.


Yeprem Türk

DERTLEŞİ

 

İnsandır, dertlenir; dertleşir.

İnsana yaşam ışığı iki yerden gelir. Birincisi tecelli perdesi önündekilerden:  eşyadan, tabiattan. Ama zaman olur bu ışık eskir, senin için ışıltısını yitirir, sana yaşamı dar eder.

Yaşatmak için uğraşmazsın artık hayatını, ömrün için ‘ister yaşa ister yaşama, benden bu kadar’ dersin.

Bahtın da öyle kararır ki, karanlıktaki kara boya kadar. Dünyada ne, her gün aynı saatlerde aynı yerlerde aynı şeylerle olmak kadar bayat, küflü olabilir. Elin bile elinden tutmaz olur.

Bir ara yaşama hevesimi kaybettim. Açıkçası hayatta olmak bana zûl geliyordu. Varlıkların etrafımdaki varlığına; hatta uyuma, uyanma gibi eylemlere katlanacak bile değildim. Bir yerde bittim. İşlerimi Allah rızası için yapmaya başladım: Yemeyi, içmeyi, nefes almayı, yürümeyi…  Böyle böyle biraz ayakta kaldım. Sonra aslında doğru yolda olduğumu anladım. Varlıklarla Allah rızası için beraber olmak bir zaman sonra varlığın penceresini bana bir başka açtı. Varlığa Allah rızası ile yönelmek, Allah’ın varlıktaki tecellisine dönüşüyordu. Varlıkları bu tecelliyle tekrar sevmeye ve onlarla birlikte olmanın zevkine varmaya başladım. Bence yaşamda ikinci bahar felsefesi diye bir kavram varsa, o da budur. Dünya çilesini cennete dönüştürmek gibidir.

Aslında bitmesi birinci baharın, sonlanmasıdır tecelli perdeleri önünden gelen ışığın. Bu ışıkla beslenmeye diretirsen, yaratılışın kızgın örsünden alınıp soğuması için bir odaya bırakılmış buz gibi nala benzersin.

Ama bakarsan, girersen sönen bir baharın ardındaki gerçek bahara. İşte tekrar ısınırsın varlığını hohlaya hohlaya. Geçersin Allah’a giden bir sapağı daha.


yeprem Türk