9 Ocak 2016 Cumartesi

YUNUS & SEZAİ KARAKOÇ


Yunus için yazsaydım, yine bu saygıyla yazardım. Bunu, yaşayan bir şair için söylemek ne kadar uygundur, açıkçası bilmiyorum. Ama Yunus'u okurken duyumsadığım, aklettiğim şeyleri inanın Sezai Karakoç'u okurken de görüyorum. İlliyyin bahsi  bakımından ikisi de öyledir. Önce mead ilgisi ve sonra dünya bilgisi iki şairde de ana ile yavrusu gibi iç içe konumlanmıştır. Peygamber'in 'önce selam sonra söz demiş' olması gibi bir şeydir, bu. Aynı gelenek iki şairimizin de şiirlerinde farklı çağlardaki aynı davranış modelleri olarak hüküm sürer. Farklı kanatlı iki çiçeğin özde birbirine benzemesi kadar yakındır bu iki şair birbirine.  Bir kişi haktan korkup takva yolunu tuttu mu, onu kim görse pervasızlığı, dalgayı bırakır, ciddiyete bürünür'müş. İki şairimizin de şiirlerini okurken içimde bir derlenme toparlanma çağrısı duyulur. Sonra, Allah yüze 'bildirici' der. Ve ikisinin de yüzü temiz ve güzeldir. Yunus'un sima güzelliğini ses paklığından anlıyoruz.
Yani ikisi de ruh koşulları bakımından benzer atmosferlerin etkisi altında, şiirlerini yazmıştır.  Dış şartların da iki şairde ayrı olduğunu düşünemeyiz.
Mesela nasıl Yunus'u anınca Moğolların ve Haçlıların İslam topraklarını yerle bir edişini anmalıysak, Sezai Karakoç deyince etki bakımından Moğolları ve Haçlıları aratmayan modernizm ve postmodernizm denen şeyleri  hatırlamamız gerekiyor. Bunu söylerken Yunus'un zamanının düşmanlarından daha karmaşık bir düşman çeşidine de dikkat çekmek istiyorum. Doğrusu, ikisi de 'Rabbena İnna Zalemna' yani 'Karanlık bastı, yol kayboldu' dediğimiz bir zaman diliminin şairleridir. Ancak Sezai Karakoç'un karşı karşıya olduğu şey biraz daha içinden çıkılmaz ve tanımlanması daha zor bir süreç.  Modernizm, neredeyse şeytanın cennette Adem'e verdiği yasak buğdaymış gibi duruyor. Tahribatı o derece yüksek çünkü. Modernizm, postmodernizm derken acaba insan olarak  bizler, üst üste hiç tövbe etmeden yasak meyveleri yiyip gidiyor muyuz bir şekilde tarihe. Adem'in gösterdiği 'yasak meyveden yemiş olmanın utangaçlığı' da yok üzerimizde. Eğer öyle ise kurtuluş ümidi de yoktur. Varsa da  bu bir yönüyle zayıflıyordur. Azalarımız bizim değil düşmanın araç ve gereçleri olarak iş görüyor.  Yani maruz kaldığımız Moğolluğun birazı da bizdedir, demek istediğim. Gel de şimdi işin içinden çık. Bu durum, Sezai Karakoç'un en az Yunus kadar zor şartların ve anlaşılması daha güç sarmal hadiselerin şairi olduğunu gösteriyor. Aynı saygıyı hak etmelerinin  sebebi budur. 
 Yeprem Türk

1 Ocak 2016 Cuma

Türkçe, Muhammed'in (S.A.V.) Mehmedi'nin Ağzındadır.


Dil üzerine bilinen en genel yargı şuydu. İnsan, dili konuşur. Sonra Wittgenstein bunu tersine çevirdi. 'İnsan, dili konuşmaz; dil, insanı konuşur.' dedi.  Aslında yazıyı tura yaptı. Bizse dilimizin tarihi akışına bakıp, yani Çağatayca...Osmanlıca şeklinde adlandırılmasını göz önüne alırsak şöyle diyebiliriz. Yazıya ve turaya değil o yazı ve turayı taşıyan madenin kendisine yönelmeliyiz. Yani dili kişilik konuşur demeliyiz.

Tükçe, Muhammed''in (S.A.V) Mehmedi olarak konuşulan dildir.  Günümüz için ifade edersek bu karakterin sıfatlarıyla beslenen bir lisandır.  Çünkü diller genelde kişilikle konuşulan, ifade gücü taşıyan bir şeydir. Kişilik yoksa  konuşma lisanını veya yazı dilini taşıyacak sütun yok demektir. Avrupa dillerinin kökü ve gücü Europa'dan gelir. İngilizce, Fransızca hatta Almanca  öncelikle bu temelin bir ifadesidir. İncil gibi kutsal kitaplardan beslenseler bile öyledir. Aslında İngilizce, İncil veya Hristiyanlar adına konuşan Europa karakterindedir. Bizde ise Kur'an dili olan Türkçe, kendini Mehmet kişiliği üzerinden ifade eder. İngilizce nasıl Europa'nın dalağından çıkıp gelirse Türkçe Mehmet'in yüreğinde, kalbinde, zihninde oluşarak meydana çıkar.  Bu, dünyanın güçlü dillerinin neredeyse ortak tavrıdır. Örneğin Hint dili, neredeyse bir Buda dilidir.  Düşünün:   Hintçe: Budaca. Hint dili, Buda'nın  ritminde- tutumunda yani  onun mahiyetinde bir dildir.


Yeprem Türk

31 Aralık 2015 Perşembe

GEREKSİZ YAZILAR ÜSTÜNE

1. Sosyalizm ile Kapitalizm Türkiye'ye neredeyse aynı tarihlerde girmiştir. Daha doğrusu İslam alemi ikisiyle de aynı anda karşılaşmıştır. Yani Sosyalizm, Sosyalist İslam'a dönüşme çabası gösterirken, Kapitalizm de aynı ölçüde abdestli kapitalizm denen kılıfa sokulmuştur. Abdestli kapitalizm deyimi halkın ürettiği bir kavram olmadığı gibi Marks İslam'ı da öyle değildir. Bu iki söylem de bir avuç Sosyalist İslamcı ile Kapitalist İslamcının birbirlerini aşağılamak için birbirlerine haykırdıkları uyduruk laflardır. Doğrusu ikisi de yurdumuzu ring belleyip kapışmak için dışardan gelmiş yabani üretimlerdir.  Kapitalizm ve Sosyalizm, İslami birer cephe kazanmak amacıyla birbirleriyle dövüşürlerken bunların ikisiyle de  kavga yapmak zorunda kalanlar da yerlilerdir. Bu iki mevzi arasında yerlilerse bugün Necip Fazıl, Nuri Pakdil, Sezai Karakoç, Rasim Özdenören gibilerden başkaları değil. Sosyalist İslam dedikleri hurafenin bugün yoluna devam etmesi için düşmana ihtiyaç var. Bu yerli yazar ve şairlerin hiç öyle olmadıkları halde, mesela Nuri Pakdil'in üzerine kayıtlı herhangi bir mal varlığı bile gözükmezken, onun kapitalist cepheden gösterilmesi bilerek yapılan bir şeydir. Bunu akıl mantık almıyor. Sanırım Sosyalist İslam'ın ancak Kapitalist İslam gibi bir ucubeyle var olabilmesi, bu ekolün savunucularını havadan sudan da olsa düşman aramaya itiyor. Onları rahatsız eden şey Nuri Pakdil'in 'adalet, hak, eşitlik' gibi kavramları Sosyalizmin elinden alıp gerçek sahibi olan İslam'a iade etmeye çalışmasıdır. Ne mutlu...diyene' formundaki derviş deyişi de buna dahildir. Mevlana der ki Mesnevi'sinde ' Aşağılık kişi, dervişlerin sözlerini bir selim kalpli kişiyi afsunlamak için çalar'. Gerisini de ben getireyim: Nuri Pakdil gibi bir üstat gelir o sözü geri sahibinin eline verir.
2. Yusuf Kaplan'a gelirsek. Ona göre Necip Fazıl ödüllerinde Nuri Pakdil ve Rasim Özdenören'in Ak Parti'yle birlik gözükmesi affedilir şey değil. Güya sanat ve düşünce dünyamızdan geriye iki adam: İsmet Özel ve Sezai Karakoç kalmıştır. Yusuf Kaplan heyecanlı bir adamdır. Ani çıkışlar yapıyor ve bu durum, panik atak halinde yayılıyor metinlerine.  Ve Maraşlı üstatların hakkını yiyor. Onları bir çırpıda düşünce dünyamızdan atmaya çalışıyor.  Yusuf Kaplan şunu da desin bari. Milli ve yerli irade nedeniyle Ak Parti'ye yakınlığı bilinen Kahramanmaraş ilini haritan silin. Bir fark var mı arada?  Yok. Sezai Karakoç için bir şey diyemem. Ancak     ...Hüznün namusunu savunan ellerin/ Fidel Kastro'yu övüyor bana... dizelerinin şairi de İsmet Özel'dir. İsmet Özel Ak Parti'ye bulaşmadı bile diyorlar. Nasıl bulaşabilir İsmet Özel Ak Parti'ye.   İhtida etmiş bile olsa Fidel Castro diye  bir lideri yok AK Parti'nin.

YEPREM TÜRK

26 Aralık 2015 Cumartesi

KURULUŞ DERGİSİ, OCAK- ŞUBAT, 2016, sayı 13



Sayımızın ilk metni 'Bir Kişilik Milleti Klasiği Olarak, Necip Fazıl'ın Çile'si üzerinedir.
Önemli Türk şairi Osman Serhat Erkekli'den bir şiir ve  Yeprem Türk'ün iki şiiri var bu sayımızda.
Kahramanın Düsturları metinlerimiz, çeşitli konulardaki yazılarımız ve değinilerimiz sürüyor.



20 Aralık 2015 Pazar

Bu İşte O, Olmaz


Kuruluş dergisi bende şöyle başlar. Aklımdaki, derginin  ilk günlerinden kalma Taksimli bir manzara. Kuruluş dergisinin ilk sayısı için bir şeyler konuşacaktık. Beş altı kişi buluşacaktık. Sadece bir arkadaş geldi bulunduğum kafeye. Dedi  ‘Abi bu iş olmayacak.’ Arkadaşlar biz Kuruluş’ta yokuz diyorlar. Sanırım araya bizim abi dediğimiz adamlar girmiş, bu işi sabote etmişlerdi. Olsun, dedim. Kalktım. Görüyorsun işte Allah’ım, dediğimi hatırlarım  içimden tünele girerken.

O günden bugüne aradan iki buçuk sene geçti. Kuruluş için bir  şeyler  de söylendi.

Diriliş ve ardından Kuruluş gibi bir halka yapanlar oldu. Öyledir de.

Kader ağlarını  böyle sessizce zaten hep örer.

Dergilerimiz çıkarken niye yeni bir dergiye ihtiyaç duyar ki gençler şeklinde söylenenler de olmuştu bize o aralar.

-Doğrusu bunları diyenlerin samimiyetlerine güvenmiyordum.

-İkincisi; yeni şeyler yeni adreslerde yani acar dergilerde söylenir.

-Kırk yıl çıkan bir dergi çıktığı gibi kapanmayı da bilmeli. Büyük Doğu, Diriliş, Mavera, Edebiyat gibi.  Bunu yapamıyorsa yeni gelen fikir, anlayış ne yapsın. Kendini iptal mi etsin.

-Dergicilikte Karunluk olmaz.  Biz niye çıkıyormuşuz?  Ya kırk yıldır çıkan siz niye kapanmıyorsunuz?  

Yeprem Türk

Ö. S. P.


   Önümüzdeki Sayılardan Pasajlar:
 
  -Türkçecilik yapınca Türkçe nasıl da azaldı.

 -Aslı şu ki; Türkçe’ye Muhammed’ (sav) in Mehmed’i  olarak konuşma imkanı dışında hayat bahşedici bir şey yoktur. Bu kişilikle oluşan dil ekolünün dilimize verdiği harmandır.

  -İkinci Yeni şiiri aslında bir Büyük Doğu haritası şiiri gibi durur. II. Yeni bilirsiniz o zaman ki devletten daha büyük bir şiirdir. Belki de çağı itibariyle yeryüzündeki  tek büyük şiir hareketi olur. Aslında çekirdekten çınara; heceden İkinci Yeni’ye; Anadolu Türkiye’sinden Büyük Türkiye’ye (Büyük Doğu’ya);  Cumhuriyet milletinden Devlet milletine yani kişilikle millet olmaya doğru ilk adımın atıldığı yerdir Çile. Bu yüzden yanıltıcı tarafıyla hem bireysel hem alabildiğine cemiyetçidir.

Kuruluş Dergisi

DEVLET YOLLARI



Endülüs, pathos; Selçuklu, ilk ethos devlettir. Ethos, daha akılcı ve metafizikçi demektir. Pathos duygucu ve imgecidir. Bir Yunus bir Yesevi, Mevlana devletidir, Selçuklu. Endülüs, daha bir İbn-i Arabicidir. Aristocudur. Biri daha çok halkçı diğeri daha çok okulcudur, ekolcüdür. Biri felsefeye, sanata yatırım yapar; halkı bu pancereden değerlendirir. Diğeri halka bakar, buna uygun bir medrese ve düşünme geleneğinin temellerini atar.

Osmanlı ise ethos devlet- medeniyet aklının bir devamı olarak ikisini birleştirir. Ama imgeciliğin yerine metafiziği koyar. Bunu halktan, vasattan kopmamak adına yapar. Endülüs medeniyet aklının yerli halka zarar veren o humanist ve dağınık tarafını kırpar.  Mistik değil, tasavvufi geleneği inşa eder. Özgünlüğü tercih eder. Yerine adaleti ve fütuhatı koyar. Pathos gevşemişliğe karşı ethosun daha düsturlu, toplu, kemikli halini merkeze çeker. Bu şekilde Batı aklını zorlayan sağlam bir siyasaya kavuşur. Ethos temelde, iki dünyayı birleştirir. Halkçılık ve bir felsefe halini alan fütuhat bir yerde devlet ve medeniyetin fıtratı haline gelir.

Yeprem Türk