4 Ekim 2015 Pazar

‘biz hödükler diyarının itleri’ (Cihan Oğuz)


Mühür dergisini dolduran yazar ve şairler kendilerini nerede, nasıl görüyorlar bilemem. Gelenekçiler midir, sosyalistler midir, laikler midir, muhafazakarlar mıdır,  bu anlaşılmıyor.  Mesela  güya gelenekçi Ali Günvar’dan, lağımcıbaşı Küçük İskender, laik Baki Ayhan T. ve muhafazakar Celal Fedai’ye kadar uzanır Mühür’ün şair kadrosu. Yani Mühür’de aslında, dergiyi karıştırdınığızda her şey bulunur, ahlak ve ilke dışında. Sol edebiyat diye bir şeyin kalmadığını öğrenmek istiyorsanız Mühür’ün son sayısını (60) okumanızı öneririm. Önce teorik olarak tabii. Baki Ayhan T. şiirine bile İslamcı şiir akımı olan Neo-Epik ve diğer Klasik şiirin uzantıları boyunca bakılmış. Neo-epik şiir ibaresi kullanılmamış Neo-Epik şiir için. Yeni Epik ifadesi yer almış. Yani Neo-epik şiirin Karagözcesi oluyor, bu. sonuçta biz de Neo-epik şiiri Anadolu Şiir Hareketi şeklinde kodluyoruz. Olabilir. Belirtilen Yeni Klasik şiirse Celal Fedai’nin Neo-Klasik dediği ancak bir türlü olamayan şiir türüdür.
Ahlak bakımından  Mühür aynı sayıda dipte. Kalem niyetine penis kullanılmış yer yer dergide. Cihan Oğuz’un ‘Hasmane Akşam’ adlı şiiri bu tiyniyette bir şiirdir. Bir şekilde tüm İslam aleminin, Müslümanların iman ettiği üstün dört melekten birine küfür edilmiş, şiirde. ‘Karşımıza azrail çıksa  …ceğiz' Öncelikle devletime, hukuka havale ediyorum bu saldırıyı. Yasalarla, cürmün hem dergi hem de şair bağlamında cezası verilmeli. 
Ve olay akabinde hala Mühür’de ürün yayımlayacak uzak yakın tanıdıklarla selam sabahım bitmiştir.

(Başlık: Cihan Oğuz şiirinden)

Yeprem Türk


27 Eylül 2015 Pazar

Yok muymuş?


Yıkılırsa idrakin çatısı neneciğim
Bağırırmış sanırım gelenek
Zaloğlu Rüstem haliyle :
'O çatı altında bizden bir direk yok muymuş'


Yeprem Türk

TEMELLER VE NEFRETLER

Önceleri çok sevilen Türkiye şimdi niye sevilmez? Birçok dünya liderinin doksan yıllık cumhuriyet boyunca muhabbet duydukları bir ülkeye artık kin duymaya başlamaları acaba neden? Dün aramızda varlıklarını tastamam bu muhabbete borçlu olanların bugün bu dayanaklarını kaybettikçe Türkiye düşmanlığına varan bir üslup kazanmalarındaki asli sebep nedir? Kuşkusuz tüm bu soruların cevapları vardır, olmalıdır. Ve bunlar önemlidir. Ancak daha mühimi ilk iki soruya soğukkanlı bir yanıt gelirken son soruya verilecek cevabın son yüzyılın bu topraklara bıraktığı trajediyle içli dışlı olmasıdır. 

Söylemeliyim, Türkiye önceleri çok şeye gebeydi. On yıl öncesine kadar da bu özelliğini sürdürüyordu. Yani Türkiye iki binli yıllara kadar hem sömürgeci liderler hem de onların yerli işbirlikçileri açısından imkanlar ve mümkünler ülkesi olmaya açık bir ülkeydi. Üstünde bürokratik şekilde de olsa bu toprakların bin küsur yıldır güttüğü ülküye karşı birçok farklı amacı bünyesinde barındırabiliyordu. Türkiye’nin doğduğu rahimle daha fazlaca oynansaydı sömürge tezgahındaki bu ülkeden birçok malzeme çıkabilirdi. Vesayet, kavmiyetçilik, sekülerizm vs. Yani bu ülke aslan da doğurabilirdi onlar açısından sansar, tilki de.  Son on yıllık zaman dilimi Türkiye’yi sadece birine kapı aralayan bir rahim haline getirdi. Bunun sonucunda da bazılarının istediği  tercihlerin doğmasının mümkünü bitti. Türkiye’ye karşı gelişen yabani kin ve sevgisizlik bununla alakalı olmalıdır.

Son sorunun cevabına gelirsek:    Eski Türkiye’yi eleştirenler önceleri tek başlık altında cumhuriyet eleştirmenleri şeklinde ele alınırlarken şimdi onlar ikiye ayrıldı. Birincisi, yok etmek için eleştirenler İkincisi de ihya etmek için eleştirenler. Cumhuriyet eleştirisi altında bir araya gelenlerin bugün birbirlerine karşı da mücadele vermek durumunda kalmaları bundandır. Ve bu amaç farkıyla ki cumhuriyet eleştirmenlerinden bir kısmı eleştirilerini safi bir halde sırf Türkiye ve ülke halkına yöneltenlerin safında kaldı. Bu durum gerçekten cumhuriyeti yok etmek isteyencilerin daha başka açık hedeflerinin ortaya çıkmasını sağladı. Doğrusu bu eleştiri, onları bir yere de götürmedi. Dış güçlerin mihrakları ve maşaları durumuna soktu. Yani onlar, Türkiye dışına itilmekle ve milletin ötesine düşmekle kalakaldılar.

Velhasıl Türkiye’nin son yılı temeller savaşıyla geçti. Ve Türkiye yerli bir köke yaslanmayı seçti. Ve bu minvalde devletler nezdinde nefretler gelişti, birçok ideoloji nazarında ise yollar Türkiye ile ayrıldı.

Adem Kalan

16 Eylül 2015 Çarşamba

İKİ KELAM


Mehmetli Milleti. Metnimizdeki iki Doğu kelimesi. Aslında Anadolu ruhudur anası, babası. Temelde Horasan duruşunun iki gözü iki çerisi. Yeni zamanın yeni millet yazgısı. Sevginin, hoşgörünün, temiz tekniğin, israfsız üretim ve tüketimin, farklılıkları bir bedende cem eden siyasanın yeni genci.   

Ne saklamalı, Kur’an’ın ve Muhammediliğin şemsiyesi altında akşamdan fecre bakmaktan  yorulmayacağım aydın, hoş, kavi  iki sözcük. Ve içi geleceğe doğru kıpır kıpır. Kahramanca, arifçe.

Mehmetli Milleti. Bir millet, bir hayat tarzını tüm yönler ve ilgileriyle kuşatan has başlık. Yeni  ekonomik, ilim ve sanat temelleri atacak derinlikte iki saf, bakir kelime. Batısız bir şekilde güç alıp ayağa kalkan yerli beşeri bir ifade. Kendi aynası dışında bir taklit aşaması olduğu düşünülemez bu tamlamanın. Batı’nın ahlaki etkilerine kapalı şeylere benzetiyorum onu. Bu tür kelimeler Batı’yı hem biçimde hem içerikte ürperten şeyler. Tohumdur çünkü bunlar, özdür bir millette. İki kelime de olsa, topluma yol gösterir. Mesela der ki şu şeriat, şu gökyüzü, şu da sensin.    

Kelimeler, iki ya da üç olsun, bir şey söylesin ya da ansıtsın gerçekte küçümsenmez. Her şeyin altında ne de olsa önce bir iki kelime var. Ne kabalacılık ne furuhatçılık denir böylesine. Bu, daha başka bir şey. Yani malzemeye ölçüdür aslında kelimeler. Hangimiz diyebilir, yaşadığımız bunca sorun yumağı başlangıçta bir iki kelimeyle başlamadı. Başta patlayan kabakları birkaç kelime harekete geçirmedi. Aslında bu bozgunların, bu dağılmaların, bu çarpık yapıların, bu otoyolların altında hep bir iki kelime var. 


Y.TÜRK  

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Anadolu İrfanı Çatısı


Anadolu’nun kendine has bir İslamlaşma şekli olan Horasan anlayışı, dünden bugüne içinde barındırdığı evrensel İslami değerlerle Anadolu irfanına birçok Pir hazırlamıştır. Bunlardan biri de mesela Hacı Bektaş Veli hazretleridir. Bugün içinde sevgi, hoşgörü, dostluk vurgusu barındıran birçok ekol ve okullar, yetmiş iki çeşit ama tek millet olan Anadolu insanını bir arada  tutabilmiştir. Burada yetişen erler Anadolu ‘da neredeyse herkesin birden Piri oluvermişlerdir. Mesela tasavvuf irfanına temel teşkil eden Şeyh Edebalı yeri geldiğinde bir alevi Piri olarak lanse edilebilmiştir (Yaşayan Alevilik, Abbas Tan, Sayfa.63) Ancak son zamanlarda bu eğilimin önüne geçilmek istendiği söylenebilir. Buna  neden olan şeyinse, Anadolu irfanın yoluna ağırlıkla yine benzeri yollarla devam etmesi ve bu irfana talip olanların bu unsurlardan çeşitli nedenlerle uzak tutulmak istenmesidir. Anadolu’da aynı irfanın  Nakşilikle yaygınlaşması elbette Sünnilikle iç içe olmuştur. Ama bu, alevi kardeşlerimizi Anadolu özünden uzak tutmaya yeterli şey  midir, bilemiyorum. Dün Bektaşilikle aynı halkın ruhuna gıda taşıyan ışık ehli bugün Nakşilikle de aynı görevi gerçekleştirmektedir. Yani Anadolu irfanı denen şey yoluna bir şekilde çeşitli kollardan ve yönlerden Anadolu İrfanı çatısı altında devam etmektedir. Bazı insanlarımızın bugün kendilerini Sosyalist – Leninist, Mezhepçi ve Irkçı yapılar içine atmaları bu ortak irfan okulunun terkiyle açıklanabilir. Bazılarının geleceği, Hacı Bektaş Veli, Malik Ejder … gibi pirlerde ya da Anadolu irfanında aramaları değil de  Marksist – ateist- materyalist koalisyonunda bulma yoluna gitmeleri boşuna değildir. Bu olay, aslında bir yol ayrımıdır da. Bazıları için bu ayrım ya Anadolu irfanı ya da yukarıda bahsettiğimiz Anadolu karşı koalisyon, şeklinde iki seçenek sunmuştur.

ADEM KALAN

23 Ağustos 2015 Pazar

KURULUŞ, EYLÜL-EKİM 2015,SAYI 11




                      Not: Eylül 1'den itibaren dağıtılacaktır.

Milletin Mucizesi

... Ne var ki ben küreselleşmenin ulus devletin yerini alacağını sanmıyorum. Daha ziyade yeni dönemde vurgu ‘ulus’ yani siyasallaşmış hakim etnik ulusal birim üzerinden değil ‘devlet’ üzerinden olacaktır...’ (Kemal H. Karpat, Türkiye ve Orta Asya, 2014, S.277)


Ben, devletçi bir zihniyetten olmakta alengirli bir durum görmüyorum. Bilhassa çocukluğunu ve gençliğini parasız yatılı okullarda geçirmiş biri olarak böylesi bir inşayla vefa ve insanlık borcumu ödüyorum.  Mesela ayağıma ilk giydiğim kundurayı devlet uzatmıştır bana. Hala unutmadım pırıl pırıldı. Hakeza büyük kitaplarla ilk tanışmalarım, dünyaya açılan ilk pencerelerim yine devlet yani millet eliyle oldu. O zaman anlamıştım devlet bu milletin mucizesidir. Bilirsiniz vefasızlık kişiliksizlere ve dalaksızlara yakışır. Hele kendisini ancak bir devlet diliyle yansıtabilen ve bunun yanında belki de dünyada en iyi devlet lisanını kuran bir millete mensupsam bu görev benim için kaçınılmazdır. Devletin, bir milletin müşterek yansıması, iyi zamanlarda kötü zamanlarda geleceğe toplu  akışı olduğunu bil tecrübe hissetmişseniz devlet sizin için bir baskı aygıtı algısından daha öte başka şeyler ifade eder. Ve devletin bizde çoğu kez hayırda bir imece işi olduğunu akıl edersiniz.


Yeprem Türk