8 Haziran 2015 Pazartesi

YALINLIK


Akıl ve kalbiniz müsterih olsun
Pis işler yenememiş bizi
Desem kim inanır  buna
Mesela boş insan yalını iyi yaşıyor

Edebi bir rivayettir
İnsan sanatı gören hatırlar
Mesela sevgili kavramlarım
Sizler yaşıyorsanız nasıl
Öyle idare edilirsiniz.

Yalınlık, edebi bir kavram ve şiir kabzası değil artık derim.   Ne yolu yol ne kanı kan. İşi iş olamıyor. Melek bildik balta oldu. Şiir tarihinde kıdemliydi oysa. Millet geleneğinin dışına kaçtı.  Küfürlü ağızlardan, silahlardan ses versin bakalım. Şiddet bülbülü.

Akşam gece gündüz sabah
Alimin sanatın kovduğu yalınlık
Ne yapsın kurt karga dağ başlarında
Cahillere tutunmaktan başka


Yeprem Türk

5 Haziran 2015 Cuma

Faton altında bir seçim yaşamak


Eskiyen şu yeni dünya düzeni dedikleri şey, tipisi  boranı, şehvet kapital ırkçılık olan bir fatondur. Kapitalizm,  sömürü ve ahlakıyla her yere giren ilginç bir düzendir. Batı zihniyeti, Doğu’yu bir fatondan geçiriyor.  Doğu, kurtlar sofrasında. Ölenler ölüyor.  Kalan sağlar  yağmadan kurtulma ve yeni bir dünya düzeni rüyasındalar. Yani  ilginç bir zaman dilimindeyiz. Doğu, Batı’ya karşı kök savaşı veriyor.   Yenilik ve yol arzusu artık bir heves bir retorik değil, İslam alemi için. Hayat mücadelesi. Yok olmakla yeniden doğumun arası. Elimiz kıpırdasa ya yok olmaya ya dirilmeye çarpıyor. Seçimi, iradenizin kuvvesi tayin edecektir. Faton olarak adlandırdığımız İslam ruhunu kurutma savaşı, İslam milletinin kaotik bu örste dövülmesi sonucu çıkardığımız bir ders var.  Zayiatı çok olan gelenek teneffüsünden sonra eski olmak başarılabilsin, sanmıyorum.  Gelenekseliz ama faton başlangıcındaki gibi değiliz. Batıyla her anlamda  harp içindeyiz. Ve milletimiz siyasi anlamda cumhuriyetler denilen karar adasında.  Cumuriyet dediğimiz şey ya alttan ya üstten bir şekilde bitecektir. Alttan bitirenler cumhuriyeti, millet olarak kendilerini tüketenlerdir. Üstten bitirenlerse varlıklarına daha bir varlık katarak yükselişe geçip tarihe yol alanlardır.  Bu sebeple Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu, Halid Meşal ve Mursi’nin bu fatonda ayakta kalmaları  her açıdan hayati derecede önemlidir.

Adem Kalan

30 Mayıs 2015 Cumartesi

Kahraman Eksenli Siyasetin Düsturları




11.   Ziya Gökalp’in esasları, Batı’ya entegre olma kabiliyetiyle kendini gösterir. Kahramanın düsturlarından biriyse Batı’yla zihinsellik meselesinde evvel ve ahirde uzlaşmamasıdır.
Tanzimatçılar, Batı uygarlığı ile Osmanlı uygarlığını birbiriyle uzlaştırmaya çalışşlardı. Oysa birbirine karşıt iki uygarlık bir arada yaşayamazlar. Düzenleri birbirlerine aykırı olduğu için, birbirlerini yok etmeye çalışırlar. Doğu ve Batı’nın siyaset etme biçimlerini böyle yorumlar Ziya Gökalp. Aslında kahramana dayalı siyasetin bir görevini bu cümlelerle ifade eder. O da şudur: Batı siyasetine karşı uyumsuz olup bir set oluşturmak. İslam topraklarına Batı’nın boşanmasını bu tarz siyasetle engellemek. Ziya Gökalp  Batı’ya uyum sağlamış bir siyaset üzerinde kafa yormuş birisi olarak tabii Kahraman eksenli bir temele dayalı Osmanlının bu uyumsuzlukta bir an önce lağvedilmesini düşünür. Batı'nın siyasi yollarının açılması gerektiği kanaatini taşır. Ama yine de bu cümlelerde Doğu ve Batı’nın yani kahraman eksenli politikayla Batı politika tipinin ayırdına varabilmiş olabilmesi Gökalp’in önemlidir. Tanzimatla başlayan Batı’ya uyum sağlama meselesi, önce kahramanın, sonra büyük devletin yitmesine neden olmuş en son 1980’lerde bu süreç şiirin tükenmesine mutabık Türkiye’yi ve milleti bitirme noktasına getirmiştir. Bu açıdan rahatlıkla şunu söylebiliriz. Tanzimat ve Islahatla başlayan taviz seksenlerde zirveye ulaşş. Doksanlardaysa bir silkelenmeyle bu yok oluş süreci çıkışa çevrilmiştir. Kahraman kelimesinin edebiyatımızda  en az yetmiş ve seksenlerde en çok doksanlarda kullanılmasının burada düşünülmesinde fayda var. Sonuç: Kahramana uyum, bizi Batı’nın ekonomik, siyaset biçimlerinden korumak, ayırmak zorundadır. Bu, onun doğasında vardır ve görevlerinden bir tanesidir.


Yeprem Türk

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Kahramanlar toplamı, milletin külliyatıdır. Medeniyetimizin ve devletimizin sınırlarını kahramanlarımızın kabristanları belirler.


Modern insan, tıpkı modernlik gibi.  Bir şeyi bir taraftan yaparken öbür yandan söküyor. Bir şeyi yaşatıyorum derken bir başka şeyin katili olmaya benzer bir durum yaşıyor.   İsmail Yurdakök’ün Diriliş Postasında yapmış olduğu tarih okuması, dediğim şeye uygun bir tavırda. Yurdakök, tarihe ucuz ve yan etkisi olmayan terapi adlandırması yapıyor.  Böyle diyor ama aynı metinde IŞID denen şeyin bin yüz yıl önceki Karmatilerden etkilendiğinden bahsediyor. IŞID’ın ilham aldığı yer olarak Karmatileri gösteriyor. Yani aslında  metninin ana fikrini biçiyor. Neyse benim dikkatimi bu yazıda daha çok şu çekti. Yurdakök’ün kahramanlar toplamı denen millet külliyatını hor görmesi.  Der ki Yurdakök ‘Tarih Türkiye’de uzun yıllar, kahramanlar geçidi olarak nesillerin karşısına çıkan bir bilim dalı oldu.  Halbuki Kur’an da ‘Marangoz Habib’ Mahkum Yusuf (a.s.)’ Yoksul Talut’ gibi sıradan insanlardan bahsediliyordu… küçük sürüsü ile hayvancılık yapan Şuayb Aleyhisselam da sıradan insanlardı.’ Bu tespitin oysa kahramanlarımız nezdinde tersinden bir  karşılığı yok. Bizim kahramanlarımızın, bu ünvanı hak edenlerin  sadelik içinde yaşadıklarını biz  biliriz. Selahaddin Eyyübi mesela. Akşemseddin. Şeyh Şamil. Vs. Ama bir şey daha var. Bizim değerlerimiz geleceğe kahramanlar üzerinden taşınır.  Kudüs deyince ilk elden bir kahraman düşer aklımıza. İstanbul hakeza.  Üstelik kahramanlık olayı değişmiştir. Kahraman, İslamca bir düşüncenin, siyasanın, eylemin adıdır. Yeri gelmişken söyleyelim, IŞID’ı ortaya çıkaran nedenleri sorgulamalıyız, diyor Yurdakök. Halbuki IŞID’ın kahramansızlıktan (karaktersizlikten) Doğu’nun ortak bir kişilikte buluşup millet olamama halinden faydalanarak çıktığını biraz düşünse görecektir. 


Adem Kalan


NOT. SÖZ KONUSU  METİN DİRİLİŞ POSTASI 23 MAYIS 2015 TARİHLİDİR





19 Mayıs 2015 Salı

Yüceliş Hareketi, Bir Nokta Dergisi

Bir Nokta dergisinde yayımlanan ‘Yüceliş’ manifestosu İbrahimi bir duruş sergiliyor.  Daha doğrusu öyle zannediliyor. Ahmet Davutoğlu’nun söylemini yaptığı ibrahimi bir medeniyet şeysinin kısa bir değinisi de denebilir, buna. Yeni bir şey değil yani. Selçuklu medeniyeti ya da Osmanlı medeniyeti de İbrahimi bir medeniyetti.  Yeni olan ne o halde? Dediğim gibi bağlam çok farklı. Biz zaten Muhammedi olduğumuz için İbrahimiyiz de. İbrahimilik, Davutoğlu’nun dediği gibi olmuyor yani. Muhammedi bir millet değilseniz  İbrahimi de olmazsınız, her şeyden önce. Genel geçer ifadelerle nereye kadar. Muhammedilik içinde bir parantez arasında duran İbrahimiliği  kahramanla (düşünce- millet)  tazeleyebilirsiniz. Bu, başarılmışsa İbrahimilik onun içine kendiliğinden sokulmuş demektir. Bir Nokta dergisine soralım, Yüceliş hareketi neye göre olacak? Cevabı kendilerinden alalım yine. Ahlakı ve hukuku  temel alıp onun üzerinden her şeyin sosyal, siyasal,   toplumsal, ekonomik vb. inşa edildiği hareket Yüceliş hareketidir.  Hangi hukuk hangi siyasa  hangi ekonomik düzen ? Hepsinin başına kısa yoldan İslam getirerek sıyrılamazsınız. Osmanlı hukuk veya osmanlı ekonomi sistemi denen bir şeyler var ama. Bunlar İslam’a dayanırlar.  İşte püf noktası burasıdır. Burası aşılamadığı için başa sarıyor, edebiyat dergileri.  Bunu geçemezseniz kusura bakmayın yücelemezsiniz. Yeni bir nizam geliştiremeyeceksiniz de. Bu arkadaşlara tavsiyem iyi yücelmek istiyorlarsa Mehmetli ekonomisi, Mehmedi hukuk, Mehmedi bir millet birliği üzerine çalışsınlar. Olmaz öyle şey diyorlarsa, yeni bir Marks’a ekonomi ve sosyallik anlamında yer açsınlar.  Bir Nokta dergisinin 160. Sayısında, 15. yılında bir manifesto yayımlaması ve Nuri Pakdil ve Sezai Karakoç’un söylediklerini yeni bir şey demeden aynen tekrarlaması, Yediiklim'in her sene başında bilmem kaçıncı  kez yaptığı yeni bir diriliş için yola çıkıyoruz çağrısı edebiyat bürokrasisinin ne acınacak hale geldiğini gösterir. Doğu Perinçek’in yeni bir sayfa açıp kurduğu Vatan partisi ne vaad ederse bu tür şeyler de onu vaad eder. Bizden önceki tek yakın kuşak hareketi Anadolu Şiir hareketi'dir yani uygunsuz adıyla Neo-epik.  Diğerleri ise komik ve yüz kızartıcı .


Yeprem Türk

13 Mayıs 2015 Çarşamba

boş tartışmalara ekmek yok


II. Abdülhamit mi, M. Akif mi? Ya da Necip Fazıl mı? Bu çekişmenin fikir ve edebiyat dünyasına bir şey katacağına hiçbir zaman inanmadım. Bu üç isim de ceddimiz olur. Hamurumuzdaki mayada katkıları vardır, üç mübareğin de. Hürmet, saygı, minnetimiz onlara. Bunlardan birinin olmadığı bir dünya düşünmek istemeyiz bile. II. Abdülhamit mi, M. Akif mi? Artık bu tür tartışmaları suskunlukla karşılayacağız. Kuruluş dergisi her ikisinden çok şey üretti. Diriliş ana kaynak oldu neredeyse. Mehmetli Milleti, Büyük Doğu Milleti'dir mesela. Mehmedi idrak ise Akif’in asrın idraki’nden doğdu. Abdülhamit de Akif de Necip Fazıl da Sezai Karkoç da  gözümüz ışığımız oldular. Başka ne denir? Ha bir de sırf bir tahrik nesnesi olarak çıkan Fayrap’ı da okumayacağız. Her sayısına bir düzelti borcumuz da yok Fayrap'ın. Bunun için mi geldik yani dünyaya. Kanımızı milletimiz için fokurdatacağız. 

EDİTÖR
 

12 Mayıs 2015 Salı

Eleştiri Fikre Dönüştü

Şiir, edebiyat sahasında en geniş çaplı metinler 90’lı ve 2000’li yıllarda kaleme alındı. Üstelik bu metinler oldukça uzundu. Mesela Kökler dergisinde Turgut Uyar hakkında on sayfalık bir eleştiri metni yer alabiliyordu.  Atlılar, Fayrap, Dergah ve Hece gibi dergilerde aynı ortak tavır vardı. Osman Özbahçe, Hakan Arslanbenzer, Hakan Şarkdemir gibi isimler bu tarz yazılar inşa ettiler. İkibinli yıllarda da aynı eleştiri yeni şairlerce sürdürüldü. Mesela Zafer Acar bunu yapan İkibin kuşağının şair eleştirmenlerinden. Sanırım, bu uzun metinlerin de bir sebebi vardı. Cumhuriyetin ilk yıllarından tutun doksana kadarki dönemde Türk şiiri birçok maceraya sahne oldu. Garip Şiiri, Büyük Doğu, İkinci Yeni, Diriliş, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu derken doksan kuşağı önlerinde üzerlerinde bolca durulmamış  mecralar topluluğu buldu. Ve bu yıllara kadar düşünce var etmenin bir aracı sayılabilecek deneme türü geriye çekilerek, eleştirel tür öncelendi. Bu da bir bakıma doğaldı. Çünkü geçmiş dönem şiirinin kalabalıklığının bir yerde ayıklanarak seyreltilmesi gerekiyordu. Zirvelerin, enginlerin nerede, hangi topluluk içinde kimlerin olduğunun gösterilmesi lazımdı.  Yani aslında konuşulacak epey bir konu birikmişti. Edebi sahada eleştirinin izini sürmek bu bakımdan hem zevkli hem de kolay hale geldi. Bu, doksan kuşağı adına büyük bir imkandı. Şiirde tutunamadıkları yerde bu tür eleştiri metinleriyle edebiyat ya da şiir ilgilerini sürdürdüler. Geçmiş şiir birikimini isim isim eksik ya da fazla pay edilmiş değerlerle balyalayıp gelecek kuşakların alımlarına, akıllarına sundular. Bu bakımdan geleceğin şiir pazarında hangi şairler dolaşacak doksan ve ikibin  kuşakları bunu aşağı yukarı işaret ettiler. Ve bu açıdan oldukça şanslılar, kader onlara eleştiride cömert davrandı, kesenin ağzını açtı yani.

Şimdiyse eleştiri metinlerinin eskisi kadar uzun tutulmadığını ya da yapılan eleştirilerde bol malzemenin kullanılmadığını görüyoruz. Ayrıca doksanların yazdıkları şeyleri tekrar etme korkusu yaşanıyor. Yeni şeyler söyleme sıkıntısı beliriyor yani. Uzun metinlerin verdiği doygunluk da bu durgunluğa tuz biber ekiyor. Günümüzde eleştirinin kıtlığı büyük oranda bunlara bağlanabilir. Ancak, doksanların bu başarısına rağmen yeni fikirler var edemediği de bir gerçek. Eski konuları ağırladılar onlar masalarında daha çok. Kitlesel hareketlerde yer alabilecek yeni şeyler var edemediler. Bizse Kuruluş dergisi olarak kendimizi doğrudan bu tür bir  fikrin yani yeni bir şeyin içinde bulduk. Êlbette Kuruluş dergisi metinleri de kısa. Bu da  yeniliği keşfetmenin, yeni şeyler söylemenin doğal kanunundan geliyor. Gelecek azar azar gelir çünkü. Yapacak bir şey yok.



Yeprem Türk