27 Mart 2014 Perşembe

Hakan Kalkan


Irak Mı Sandın Filistini Çanakkale İçinde

Filistinde çocuk olmak diyorlar ya
Ne varmış Filistinde çocuk olmakta
Vahşet şuymuş buymuş vahşet ne kelime
Taş atacak gücümüzde mi yok şu incecik bileklerimizde
Hem Allah var bilir misiniz bilmem
Bizim Allah’ımız bizi korur
Onların oyuncakları bile parçalar bedenlerimizi
Ömer’in bağırsakları dışarı çıkmıştı bir keresinde ben gördüm
Bilyeler vardı ben gördüm
Ama siz görmediniz ve duymadınız
‘Vücudum beni öldürüyor Allah’ diye bağırırken
Ve sıyrılmak için çırpınırken bedeninden
Hepimiz dua ettik Rabbimiz meleklerin kuşatsın bizi
Öcümüzü alalım güç ver bileklerimize
Rabbim babalarımızın kefensiz canlarını sürütme kafirlere


                                                                                                   (Fayrap)




Hakan Kalkan, Türk şiirinin son dönemde yetiştirdiği ilginç bir isim. Berrak,  yalın bir zihne sahip öncelikle Kalkan.  Açık, sade ve değerli her eser aslında veli nimettir. Hakikatte halkın zihni de buna yatkındır.  Açıklık verim sağlar çünkü. Güven vericidir. Aslında Türkçe, gerçekte böyle çalışıyor. Felsefi metinlerde bile, yazar biraz diri olsun konuşmaya devam ediyor Türkçe. Elbette bir ihtiyaç şartı var Türkçede.  Gerçi son zamanlarda buna pek itibar eden yok.  Hızlı iletişim hızlı haberleşme tipi böyle bir şeyi mümkün kılmamaya çalışıyor. İnternette kodlar eşeklerle taşınmıyor hani, koşan bir ışık hızıyla karşı tarafa ulaştırılıyor. Ve  insan anlamayı da böyle gerçekleştirmek istiyor. Yanılıyor. İnsan sağlığına kavuşmak istiyorsa idrak kodlarını beyne  eşeklerle taşımalı oysa. Ama bu eşeğin saatte beş km giden eşek olmadığı bilinmeli. En karmaşık olup da doğru çalışan sistemler, böylesi bir açıklığa dayanır.

Sadece halkın anlayıp da sevdiği, ama burjuvanın sarayına sokmadığı bir dile sahip şiir. Ama aynı zamanda, bu durum onun eskimemesini sağlıyor. Kişilik olarak da siyaset olarak da, tazelenmesine katkısı var şiire bu dilin. Kişilikte ve siyasette hem epik hem gelenekseldir, şiir. Nettir de.  Cumhuriyet nesepli değil. Yani kişilikli. 



 MAHMUT BAY

12 Mart 2014 Çarşamba

KURULUŞ DERGİSİ VE YAYIMLARI

SAYI 2
SAYI 1
şiir
düşünce
şiir

                             

9 Mart 2014 Pazar

hz. beygir




              
Ey içimdeki gücüm ey hazreti beygirim
Bu yeprem’in bir gün pil gibi bitecek
Ama Allah’ımız; Mehmet, Nuri, Saffetle...
Dünyada görünmeye devam edecek 





y.t.

3 Mart 2014 Pazartesi

SAYI İKİ




  
KURULUŞ dergisi. İkinci Sayı.  İki gün içinde dağıtıma verilecektir. Bu sayıda iki şairle söyleşi yaptık. Usta şair Erkan Kara ve genç şair Aykut Nasip Kelebekek'le. Zevkle okuyacağınız önemli söyleşiler olduğunu düşünüyoruz bunların. Mehmet Habil Tecimen bu sayımızda birçok metne imza attı. Batıyı dip ve başıyla kavramış bir yazardır, M. Habil Tecimen. Cahit Koytak bir şiirinde amerikaya karşı şu dizeleri yazmıştı:‘Geciktikçe geciken bütün Bünyaminlere/ Kol kanat gerebilirdin oysa sen Amerika. Salih Can Siz şiirinde farklı bir amerika anlayışını dillendirmiş. Amerika'ya ya da batıya 'KAPÇIKAĞIZLARI! diyor.  Tecimen'in Sevgilim adlı şiiri yalın ve kaliteli bir şiir. Ayrıca değinmeler bölümü yine canlı.Bu sayıda devlet üzerine denemeler ağırlıkta.

a. k. 

19 Şubat 2014 Çarşamba

HOŞ GELDİN EDEBİYAT!


Yıllar önce İsmet Özel, bir şiirinde söyledi.  Gazetelerin kelimeleri tutukladığını,  kısırlaştırdığını. O zaman için bu doğruydu. Gerçekten, gazetelerle bir millet kelime fakirliğine nasıl sürüklenir?  Geçmiş yıllar içinde görüldü. Ancak şimdi durum çok farklı. Gazeteler günlük çıkmalarına rağmen dergilerde gördüğümüz fikir atraksiyonlarından çok daha önde. Bu bakımdan edebi dergiler zayıfladı. Gazeteler güçlendi.  Edebiyat dergisinde bir fikir takibi yapmak neredeyse hayal gibi. Mesela Hareket dergisi güçlü bir fikir dergisi olarak var oldu. Diriliş hakeza müthişti. Ölüyü diriltti.  İnsana değişik türlerde de olsa bir çeşit  yol haritası  sunmakla ödevliydi, geleneksel dergicilik. Mavera ve Edebiyat dergisi de farklı görevler ifa etti. Üstelik bunlar hayati görevlerdi.  Birer görev söylemine sahip namlarıyla tarihteki yerlerini aldılar.

Hareket dergisinin son ucu şu an için İtibar dergisi içindedir. İsmet Özel çünkü, Nurettin Topçu’dan aldığı ipi radikalleştirdi. Ya da bitirdi. Söylediği doğruları bile aynı radikallik içinde kaybolup gitti, Özel'in.  Bu çizgiye olan güveni sarstı, İsmet Özel. İtibar dergisi, Anadoluculuk kanalına eski itibarını tekrar iade edebilir mi? Hayır. Çünkü İtibar dergisinin bu tür söylemleri taşıyabilecek ne bir şairi ne de bir düşünürü var.  İbrahim Tenekeci bu tür işleri Mehmet Emin kadar ancak başarabilir.  Lütfi Bergen’le denendi  ama o da olmadı.  İsmail Kara ise, bir biyografi ya da geçmiş zaman fikirler yorumcusudur. Belki Hakan Arslanbenzer,  Anadoluculuğa tekrardan ruh üfleyebilirdi. Çalışkandır, şairdir, müthiş bir yorumcudur. Ancak ona da  bazı dergiler,  itibarsızlaştırma üzerinden giderek  engel olmaya çalıştılar. Başardılar da. Sanırım bu baskıda,  her alanda etkin bir  varlık göstermek isteyen gülen cemaatinin dergilerle yaptığı işbirliğinin etkisi var.  Edebiyat  dergisiyle son bulan fikirci dergi geleneğinin sona ermesinin temelinde bu türden ilişki  ağı yatıyor. Önce Anadoluculuk bitmeliydi, sonra Diriliş geleneği kapatılmalı,  bazı dergiler üs olarak kullanılarak edebiyat sahası bazı anlayışlar lehine genişletilmeliydi. Çünkü Büyük Doğu, Diriliş, Mavera, Edebiyat derken  koşar adım giden bu büyük şahlanış birileri tarafından durdurulmalıydı. Şu an edebiyatımızda otuz yıllık bir boşluk var.  Bu boşlukta Avrupa ve Amerika’nın payı nedir?  Bilinmez. Büyük ihtimalle böyle düşünüldü.

Şimdi ne var?  Ortam tekrardan hem bir fikrin davasını güden hem de fikir şairliği yapmak isteyen dergilere açılmış durumda. Çünkü mafyatik edebiyat ilişkileri bitmiş vaziyette.   Bulanık su duruldu yani.  Karanlık ilişkiler ağına takılan edebiyatın üstünden sisler dağıldı.  Aslında ortamda bir üretimin olmadığı da görülebilir bu ara. Mavera ya da Edebiyat dergisi döneminin ferahlığı ve açıklığı var gibi de diğer yandan.  

Adem Kalan

18 Şubat 2014 Salı

ERKAN KARA ŞİİRİ



Erkan KARA, üç şiir kitabı çıkardı şimdiye kadar. Sanırım dördüncüsü de yolda. İlginç bir şiir dokusu var Erkan Kara’nın. Özellikle son kitabına alacağı şiirlerde bu özgün doku daha belirgin. Belki de son şiir kitabı Erkan Kara’nın zirve kitabı olur. Çünkü sesini en iyi kullandığı şiirleri Kara’nın, son ürünleridir. Üstelik en yalın şiirleri de bunlardır. Tekniğiyle sesi bir noktada buluşmuş gibi. Aslında Erkan Kara, bu son şiirlere ulaşmak için şair olmuş birisidir. Bu bakımdan amacına ulaşmıştır da. Son şiirlerindeki ferahlık biraz bu doyumdan kaynaklanır. Müslüman duyarlılığın bir başka nefesi var ayrıca şiirlerinde.


 Erkan Kara, bilmeyenler bilsin diye söylüyorum. İnancını değişik, zor geçitlerden geçerek kollamış birisidir. Kültürel bir Müslümanlığı yok her bağlamda. İnancını her daim, belli sınırlar dahilinde muhafaza etmeye çalışır. Çaba gösterir. Garantici değildir. Korku ve ümit arasında yaşar hayatını. Zaten şiirlerinde de bu hissediliyor. Onun, konuşmalarını kıssalarla süslemeyi sevmesi, bu sık sık yapılan tazelenmeyle alakalıdır. Aslında bilge bir tarafının olması şiirlerinin biraz da bu özelliğinden kaynaklanır. Mesela çoğu şiiri, temelde ya böyle bir kıssayı hatırlatır ya da özlü bir söze dayanır. Bu anlamıyla, tarihi gençleştirebilen ender şairlerdendir.
Erkan KARA
 Aklında ne var Erkan Kara’nın, bilmiyorum ama, İbni Arabi ya da Heinrich Heine tarzı alim ve şairlere sarılmış durumda şu an için Erkan Kara. Sanırım konuşkan, bilgelik şiirlerini tamama erdirmeye çalışacak? Derin bir nefes alıp yola bir kez daha çıkacak. Bu işin sonunda,  şiir diye bir şey yoktur, diyebilir. Çünkü konuşmalarında ara ara bunu sezdiriyor. Hakikaten bu durum ise, beklemeye değerdir


 Müzik, Erkan Kara’nın şiirinde önemli bir yer tutuyor. Vazgeçilmezidir şiirinin, müzik. Bir müziği olmayan bir şairden bahsetmek de mümkün müdür? Hayır. Aşağı yukarı her şairin az ya da çok sese, müziğe yaslandığı bilinir. Soyut için de somut içinde bu böyledir. Ancak Erkan Kara şiirinin müziği elde ediş yöntemi farklıdır, diyebiliriz. Tiz değildir mesela. Sizi yormaz, şiirinin sesi. Efendimiz (sav),  bilge adam, kalender tavır, sükut, bazen bir doğa resmi, çöl, İstanbul. Tatlı bir meltemle şiirin içinden belli belirsiz geçip giderler. Teknikte de muhtevada da böylesi bir iklimin şiirini yazıyor Erkan Kara. 


Adem Kalan 

26 Ocak 2014 Pazar

Bana Hayran Olsana, Aykut Nasip Kelebek


Aykut Nasip Kelebek

Aykut Nasip  Kelebek, Bana Hayran Olsana adlı ilk şiir kitabını çıkardı, iki ay önce.  Genel olarak, Aykut Nasip Kelebek’in yüksek sesli, hassas bir aleme sahip olduğu seziliyor kitapta. Ve Bana Hayran Olsan’a,  biçim ve içerikte özgün ve üst düzeyde bir şiir kitabıdır. Kitapta birkaç kelime değişikliği yapıldığında, gelecek kuşakların her yönden rahatlıkla etkileneceği ve besleneceği bir kitap hüviyetine bürünüyor, Bana Hayran Olsana.

Genelde, genç yaşlarında şairlerimiz bizden olmazlar. İçinden çıktığı milletin, halkın kabuğunu hor görürler. Bazı büyük şairlerimizde bile bu böyledir. Küskünlük, Avrupalılaşmak veya içine kapanmak kendi köklerine karşı bir engele dönüşür. Kendi çekirdeğini bulma noktasında yolu uzatabilir, bu durum. Ancak Ezra Pound okuyarak Yunus’a çıkan şairlerimiz de yok değil. Fakat bu, yine de hedefi geciktirmiştir, öze ulaşmada bir engel oluşturmuştur. Çağında olmasa da sonraki dönemlerde bu ortaya çıkıyor. Mesela cumhuriyet şiiri, neredeyse bir kopya muamelesi görmeye başladı bile. Aykut Nasip Kelebek, bu yönden saf bir şiir yazıyor. Ve diğer çağdaşlarının vakıf olamadığı konuları o, çoktan şiire dönüştürmüş durumda.

Aykut Nasip Kelebek dışındaki genç şairler ne yapıyorlar, şiirde nereye varmak istiyorlar anlamıyoruz bu yüzden pek. Heves dergisini de okurken mesela, Heves hangi ülkenin dergisidir, kimleri ya da hangi hayatı anlatmaya çalışıyorlar Heves’in şairleri, çıkarmakta zorlanırdım.  Yaşça bizden epey büyük olan Osman Konuk’u bile hala çözebilmiş değilim. Çünkü Osman Konuk da bir bakıma, halkın edebiyatını yapmıyordu bana göre. Cafe tarzıyla sınırlı bir insan algısı var Konuk’un. Sanki meydanların yerini cafeler almış sanırsınız Osman Konuk okurken. Sonuçta cafe zihniyeti, toplumda cumhuriyetle birlikte oluşturulan saray modeli algısından daha soyut bir yere denk geliyor. İrite ve ithal olması da cabası. Mesela gençlerden Efe Murad  da bu tür mekanların ehli. Tabi onun şiiri, zekası ve formu daha  melez ithal yapıları anımsatıyor. Bu yönden farklı.  Ama iki şairin şiirini okumak, bir manifestosu olan eğlencelik gerilim tünellerine girip çıkmaya benziyor. Aslında çağının tüm yeniliklerini şiirine boca eden iki şairden bahsetmeye çalışıyoruz burada.


 Sonuçta, çağın bu hızına bakılırsa şair ölmeden, kaç mekan algısı veya tipi mezarı bulacaktır. Ve mekanlara fazla takılanlar, onlarla birlikte gitmiş olacaklardır. İslam sanatının temelinde neden surete pirim verilmediğini, günümüzün yeniliklerini dişinin kovuğunu bile doldurmadan çiğneyip atan hızı,  daha anlaşılır kılıyor. Aykut Nasip Kelebek, seçici bu hususta. Kubbeler, camiler gibi bize özgü mekan ve unsurlar bile ancak hakikatin gölgesi olarak düşmüştür  Aykut Nasip Kelebek’in şiirlerine. 

Yeprem Türk (Kuruluş dergisi sayı 1'den alıntı)