Dilini tabiata çıkaranlar ve dilini naata-
Tanrı'ya çıkaranlar. Ve Yunus gibi her iki dili de kullanıp finalde
Allah'a bağlayanlar: Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevla'm seni.
Grek uygarlığı ağırlıklı olarak dili tabiata çıkaranların
inşa ettiği bir yapıya sahip. Bu dilin altında Farabi'nin soyut ve kavramsal
niteliğe sahip olduğunu söylediği felsefî düşünce vardır.
Endülüs İslam Medeniyeti dili tabiata da çıkarıp ama
sonunda Allah'a çıkaranların inşa ettiği bir medeniyettir. Dil ve düşünce
açısından dünyada bir zirvedir. Ve Avrupalılar, Endülüs İslam
medeniyetinin Tanrı'ya çıkan bu dilinden etkilendiler ve o dili takliden
de olsa kullandılar ama nedense bu onlara yaramadı ve karanlık bir
Hristiyanlık çağı (din çağı) yaşadılar. Çünkü dilinizi
Tanrı'ya çıkarmanız için büyük ve berrak bir hakikatinizin olması gerekir.
İnciller, bu saf hakikati barındırmıyordu.
Sonra tabiî Müslümanlar, modernizmle, dili
tabiata çıkaranları taklit ettiler. Bin yıl önce Tanrı'ya çıkan
bir dile sahip olanlar bu ufku tabiata varan dilin şiirini küçümsemiş, ona yüz
vermemişti. Bin yıl sonra aynı şiirler baş tacı yapılıyor. Dil aslında
geriye çekiliyor.
Büyük Türk şairi Sezai Karakoç bunu fark etmiş olsa
gerek ki, şiirin ufku naattır, der.
Doğanın dili biraz da genetiğin dilidir. Modern çağın her
açıdan beslendiği yerdir. Modern çağ, siyasasını bile bu dille kurmuştur, büyük imparatorlukları bile bu dille, örneğin Osmanlının naata ve Tanrı'ya çıkan dilini genetiğe çekerek parçalamıştır.
Modern çağın cumhuriyetler cenneti olması biraz da bu dilden kaynaklanır.
Ama inanıyorum ki siyasi düşüncemiz gün gelecek, şiirin
ufku naattır deyişini siyasi alanın da
ufkuna çekecek.
Muhammed'e (s.a.v.) Mehmet olmak bu ufkun neticesidir. Modern
beylikler dediğimiz Osmanlı bakiyesi cumhuriyetlerin Peygamberden tevarüs
edilmiş medeniyet ufkudur.
Bizim medeniyet dilimiz tabiata da çıkar ama tabiatta kalmaz
oradan Tanrı'ya varır.