9 Ağustos 2021 Pazartesi

DEĞİNİLER


Her dergide şiir eleştirisinin olması güzel bir şey. Ama eleştiriyi kimin yazdığı da önemli. Örneğin iyi bir şiir ortaya çıkaramamış şairlerin eleştirisi okunmayı hak etmez. Özellikle de şiir eleştirisinde yetkinlik aranmalıdır. Gençler; hem kinle, nefretle hem de yanlış yazıyorlar.

Bu yanılgılardan biri de Yahya Kemal üzerine olan metinlerdir. Yahya Kemal, büyük bir şairdir. Modern şiirin ilk aşamalarından birini gerçekleştirmiştir. Akide şairi değil ama bu durum onun tamamen akide dışına itilmesine imkân vermez. Akidenin meydana getirdiği tarihi ve toplumu derunî ahenkle anlatmıştır.  Şiire Baudelaireyen, sembolist başlar ve onu epikle de harmanlar. Saf şiir yazmaya çalışır ama tarihi de o şiire çağırmış olur. Aslında Yahya Kemal, şiire yabancı bir mektepte başlamıştır ve bir süre sonra da kendi mektebine dönmüştür. Bu çelişki değildir. Bir ilerlemedir. Pathos bir teknikle şiire başlar fakat sonra yazacağı şiir için ethos'u da sanatına çağırmak zorunda kalır. İsmet Özel, kendi şiiri için 'ethos ve pathos'u aynı kanaldan akıtmak istedim, demişti. Yahya Kemal bunu yapmıştır. Bugün neredeyse bir başlangıç olarak kabul ettiğimiz 1071 vurgusu Yahya Kemal'e aittir.

Yeni Türk şiirinde mısraa can veren biridir, Yahya Kemal. 

*

 Sonra şiir geldi kelimeye dayandı tabiî. Bunu Cemal Süreya, büyük ihtimalle Mallarme'nin 'Şiir kelimelerle yazılır' ifadesinden etkilenerek söylemiş olsa gerek.

*

Elyasa Koytak şiiri okudum. Aklımda kalanlar  'kafirlerden hegel'i çağırıyorum ortada vuruşmaya/ ismet özel adlı bir zülfikarla deşiyorum karnını' mısraları idi. Sanırım doğru yazdım. Ahmet Yesevi'nin dizesini gördüm çünkü orada. Yesevî mısraı da şöyle: Bâtın mızrağı ile nefsi deştim ben işte.

*

Şiirimizin en temel özelliği en eleştirel şiirde bile bir yaratma sevinci taşımasıdır. 'Kabz' halindeyken 'bast'a varmak. Şair ve toplum epeydir bir 'kabz' içinde. Oysa kabz'ı 'bast' ile açmak gerekiyor. Ama bu da maneviyat ister. 'Bast'ın diğer anlamıysa 'katı'laşma durumudur. Materyalistleşme de diyebilirsiniz buna. Maddenin en küçük hali bugün 'Tanrı Parçacığı' şeklinde adlandırılıyor. Katılaşmanın neredeyse zirve noktasını gösteriyor.

Katılaşmayı ya da toplumun kabz halini giderecek manevî alan sağlanamadığı için kabz hali, yıkıcılıkla ya da anarşizm türü şeylerle boşaltılmak ya da giderilmek isteniyor. 

Kabz'ın derinleşmesi, katılaşma, parçalanma, ilişkilerdeki sertleşme, yabancılaşma yan yana ilerleyen şeylerdir. Bütünlük parçalanıyor ve parçalandıkça da parçalar birbirine yabancılaşıyor. Aslında temelde parçalanan insandır. İnsan parçalanır, kendisine bile yabancılaşır. Ve son tahlilde varlıklar arası ortak amaç da biter.

Bütünlük azaldıkça bunlarda bir artış grafiği de gözlemlenmektedir. Galiba güzellik de bast hali de bütünlüktedir.

*

Osmanlıda eyleme; felsefe - teori yetişemedi. Eylem çünkü, Osmanlı medeniyetinde başlı başına bir hakikatti. Teoriden de felsefeden de daha önem arz etmekteydi. Tamam Osmanlının dünya tasavvuru Selçuklu döneminde inşa edildi ve Osmanlı da bu felsefeyi eylemde aşarak yerine getirdi. Ama bizim felsefemiz Batılı düşünürlerin idrak edebileceği şeylerden değildir. Örneğin 'İstanbul'u fetheden komutan ne güzel bir komutandır' şerefli sözü en büyük felsefemiz haline dönüşebilir. Belki de ülküyü dolambaçlı yollardan örmediğimiz için bir felsefemiz yokmuş gibi gözüküyor. Bizim en büyük felsefemiz eylemdir.

Şimdi Batı'yı düşüşe doğru götüren şeyse tam tersine eylemsizliktir. Felsefe ile eylem arasındaki fark o kadar açıldı ki. Para ve emek arasındaki boşluğun finans, borsa vs. üç kağıtlarla doldurulması gibi yazdıkları teorilerin gerçek hayatta pek karşılıkları yok. Distopya da zaten batık felsefelerden başka nedir ki. 


Y.T.