Yeni Şafak gazetesinde ,30.09.2017,
Ayşe Böhürler ‘Din
Yorgunluğu’ adıyla isimlendirdiği bir durumu tartışmaya açtı. Sonradan
okuduğum yazılar arasında Milli Gazete’de
Hüseyin Akın, dinin asla yorgun
olmayacağını, dini aktarıcıların üslubunun gençlikte bir yorgunluk, bezginlik
ortaya çıkardığını söyledi. Bir nebze haklıydı. Çünkü ülkemizde davet ve icabet
olayı en azından büyük oranda dumura uğramıştı.
Gerçi ben bu konuyu, üç beş ay önce İbrahim
Tenekeci’nin ‘Din bile yorulur’ mısraından hareketle Kuruluş’ta yazmıştım. Gene değineyim.
Son yüzyılın birçok din adamı veya bu çerçevede yazan birçok yazar,
tenkitten yola çıkarak tekfire varacak üslup kullandılar. Müslümanları gereksiz
ayrıntılar içinde boğarak kıyasıya eleştirdiler. Sanırım son asrımız
(hukubumuz) topraklarımızda bir tenkit ve tekfir devriydi. Umuyorum artık
tebliğ vaktidir.
Üstelik bazı ilim adamlarının çizdikleri öyle bir İslam var ki insan olarak
bunu iş mesailerinizi iptal etseniz bile yapmak, ona yetişmek mümkün değildir. Çünkü böylesi bir işleyiş gerçek dışı ve
ağırdır.
Peygamber Efendimiz demiştir: 'Zorlaştırmayınız kolaylaştırınız...'
İbn-i Sina’ya göre vücut
ve nefis hangi işlere ve inanca alışmış ise o inancın ritüelleri onu yapana
kolay gelir. Çünkü vücutta ona karşı bir meleke gelişmiştir. Bizim yüzyıldır
Batı zihnine alışık melekelerimizi tekrardan İslam düzenine çevirmemiz zaman
alacaktır. Elbette melekelerimiz de buna zorlanacaktır.
Ben bu ‘din yorgunluğu’ meselesinin aslen melekelerle bir ilgisi olduğunu
düşünüyorum.
Y.Türk