20 Temmuz 2022 Çarşamba

Lisanların Ölümü


Dergilerde görüyorum. Modernlik eleştirisi amacı güden çoğu metinde,  Frederic Nietsche'nin 'Tanrı öldü' deyişi anılmadan geçilmiyor. Yani bu tespite yer vermeden yapılan modernlik eleştirileri bir tarafıyla hep eksik kalıyor. 

Modern çağın 'Tanrı' deyişinden ne anlamalıyız? Önce buradan başlamalıyız. Modern çağın dili, Tanrı'ya hangi kaynaktan çıkıyor. Onto- teoloji'deki teolojiden mi? Yoksa dinlerden mi? S. Kierkegaard gibi düşünelim isterseniz.  Dini birey'in Tanrı anlayışı mı bu, yoksa felsefî birey'in mi? Eğer dini bireyin Tanrı fikriyse mevzu bahis, o zaten Batı düşüncesinde kiliselerce öldürülmüştü. Geriye de aslında metafizik kalmıştı. Modern düşüncedeki Tanrı fikri daha çok 'onto- teoloji'deki teolojiye dayanır.  

Frederic Nietsche 'Tanrı öldü' derken hangi Tanrı bilgisini kast etti acaba? Gerçekte ikisine de.  

*

Bu sözü  Frederic Nietsche'ye F. Hölderlin İlham etmiş olabilir. Çünkü  Frederic Nietsche'nin iyi bir F. Hölderlin okuyucusu olduğunu biliyoruz.  Örneğin F. Hölderlin'in 'Ozanın İşi' şiirinden şu bölümü alalılm.

'Çok zaman var ki bütün Tanrısal şeyler kazanç için 

Kullanıldı, ve elden çıkarıldı bütün göksel güçler;

Ve kurnaz, iyilik bilmez bir kuşak

Har vurup harman savurdu iyicil varlıkları.'

                                                    (Seçme Şiirler, A. Turan Oflazoğlu. s.119)

Frederic Nietsche'nin 'Tanrı Öldü' fikrini en iyi anlayan, açıklayan kişi hiç kuşkusuz M. Heidegger'dır. Nihayetinde o da iyi bir Hölderlin okuyucusudur. Şiirin özünü göstermek için, Heidegger'ın onca büyük şair arasından F. Hölderlin'i seçmesi bir rastlantı olmasa gerekir.  Belki de 'Tanrı Öldü' fikrine doğru giden aşamayı en belirgin şekilde onun şiirlerinde görmüştür, filozof.

Frederic Nietsche'nin bu sözü için diyor ki M. Heidegger:  “Nietzsche için Hristiyanlık, Kilisenin tarihsel, dünyevi, politik bir görünümüdür. Kilisenin egemenlik iddiası Batı insanlığını ve Yeniçağ kültürünü biçimlendirmeyi de içerir. Bu anlamda Hristiyanlık, Yeni Ahit’e inananların Hristiyanca yaşaması ile aynı değildir. Hristiyanca olmayan bir yaşam, Hristiyanlığı onaylayıp onu güç aracı olarak kullanabilir, tersine  Hristiyanca  yaşam da zorunlu  olarak Hıristiyan­lığa  gerek  duymaz.' (s. 20) Akabinde aynı metne şunu ekler: 'Tanrı’nın,  kilise  öğretmenlerinin  sarsılan  yetkesinin  yerine vicdanın  yetkesi  geçirilir,  usun  yetkesi  kendini  zorla kabul  etti­rir.' (s. 21)  Bu cümleler dini bireyin Tanrı'ya çıkardığı lisanın ölümü anlamına gelir. 

Heidegger'ın aynı sayfada yaptığı şu tespiti 'Buna  karşı  toplumsal  içgüdü  ayaklanır.  Duyu-üstü  dünyanın yerini  tarihsel  ilerleme  alır.(s.21)'  yukardaki paragraftan ayırmak zorunda kaldım. Çünkü burada Hristiyanlık kast edilmiyor, daha çok onto-teolojideki teolojinin ölümüne dikkat çekiliyor. Duyu-üstü, kavramı Heidegger'ın düşüncesinde metafiziği imler.  

Frederic Nietsche, her şeyden önce bir felsefeci. Onun bu hususta  Copernicus- Galileo sonrası Darwin’le gelen felsefî anlayış dikkatini çeker.   Onto- teolojideki evrimle başlayan teolojik kopuşu da fark eder.

 

*Nietzsche’nin Tanrı Öldü Sözü, Martin Heidegger. (Çeviri: Levent Özşar) PDF olarak da mevcuttur, internette. 


Y. Türk

13 Temmuz 2022 Çarşamba

Trajedi Üstüne

 Hasan Bülent Kahraman 'Hürriyet Gösteri'de (Ocak- Mart 2022) yazmış, sormuş 'bugünün insanı trajik bir varlık mıdır?' Cevabı kendince  biraz 'hayır'dır. Ama devamında 'insan özünde trajiktir' diyor. Öleceğini bilerek yaşamak bile buna yeter, şeklinde de bir ekleme yapıyor. H. Bülent Kahraman'a göre: 'Ölüm varsa trajedi vardır.'  

İslamcı kesimde 'insan ve trajedi' bir zamanlar epeyce tartışılmıştı. Rasim Özdenören ile Mustafa Kutlu bu konuda farklı fikirlere sahipler. Biri için 'İnsan varsa trajedi vardır' ; diğeri için de 'Tanrı varsa trajedi yoktur:' Gerçi hem insanın hem de Tanrı'nın olduğu yerde trajedi 'hem yok, hem var' anlamına gelir, bu. 

Birçok entelektüel trajediyi ölümde görür. Oysa trajediyi yaratan şey ölüm değildir. 'İnsan varsa trajedi vardır'; 'Tanrı varsa trajedi yoktur:'  Bu önermeler de trajediyi açıklamaya yetmez. Trajediyi doğuran şey safiyet, samimiyettir. Trajedi, saf ve orijinal ruhun dünyada engellenmesidir. 

'Haz. Adem ve Elma motifi' her çağda yeniden yorumlanır durur. Ve bu tekrarı, o ilk trajik motif hak eder. Aslında ilk trajik sahne de odur, insan adına. Hz.Adem, saftır; yaşadıklarını ruh yani öz olarak yaşar. Ve özde hiçbir varlığın bir başka varlığı aldatmayacağına inanır. Çünkü her şeye saf bir ruhtan bakıyor. Ama şeytan tarafından bu saflık tuzağa düşürülür, engellenir. Ve Adem, ilk trajedisini böylece yaşamış olur. 

Kierkegaard' a göre modern dünyada trajedi yoktur. Modern dünyadaki bu trajedi eksikliği,  Kierkegaard'ın düşünce dünyası incelendiğinde saflığın kaybıyla eş değer olduğu görülür. Kierkegaard 'ruh olabilmek' derken saf hali kastetmektedir. 

Elbette saflığını yitirmiş ruhsuz bir insanın trajedisi de olmayacaktır.  

 

Y. Türk


9 Temmuz 2022 Cumartesi

ITRÎ ŞİİRİNE TEKRAR BAKIŞ

 

 Şöyle söyleyeyim: Hayvanlar ve ağaçlardaki Tanrısal ışığı ve onlardaki öğütlenmiş ahlâkı değil de verili ahlâkı görebiliyor ve hissedebiliyorum. Bunun yansımasını Fahreddîn-i Irâkî'nin Parıltılar’ından şöyle okuyorum: Haram denilen herhangi bir şey Hakk'ın cemaline uzaktır. Ondan sakınmak icabeder. Tabiat dahi ona rağbet etmez.

Allah, Rab, ...kalp, dağ, göz...Havva kelimelerini olduğu gibi kullanarak metafizik yaptığımı mı sanıyorum şiirde? Şair, sözcükleri olduğu gibi kullanmaz. Şairde kelime, kelimeyi aşar.  Bu kelimelerin bazıları yaratıcıyı ve bazıları da O'nun yarattığı varlıkları söyler. Varlık ve yaratıcı olmadan metafizik olabilir mi? Yunus Emre'ye bakarsak doğa, zikrederek var oluyor. Sadi de diyor ki 'yaprak döken ağaçları görmüyor musun? O boş kalan ellerini göğe kaldırıp niyazda bulunurlar.'   Yani aslında Yunus da Sadi de varlığın kendisiyle sınırlı olmadığını, örneğin ağacın ağacı aştığını, varlığın aşkın tarafını başka bir cepheden söylemeye çalışır. Varlık bilgisinin bendeki hali budur, onto- teoloji'nin benim için anlamı bu şekildedir. Aristoteles, buna metafizik demiş.

Teoloji; din bilgisi manasına gelmez. Teoloji, varlıkla Tanrı arasındaki ilişkiyi okur.  Sadi'nin ve Aristoteles'in metafizik tutumları farklı. Biri tefekkürle biliyor, diğeri âşıkça. Âşıkça bilmek insanı gitmek istediği yere doğrudan götürüyor. Tefekkür dolaylı yoldan. Yani aslında Sadi veya Yunus ile felsefedeki şairaneliği vurgulamak istiyorum. Freud'un ' Nereye varsam oraya benden önce bir şairin varmış olduğunu gördüm' dediğini ve  Heidegger'ın şairlerle çok ilgilenmiş olduğunu bilirsiniz. Ve Heidegger, felsefenin öncelikle bir dil meselesi olduğunun altını çizer. Ve bu dil problemi de bizi şairaneliğe götürür. 

Bu sebeplerden fakültede felsefe okumakla felsefeci olunmuyor, belki felsefe tarihçiliği elde edilebilir. Ama bu da bir nevi felsefe değil tarihçiliktir. Felsefe bilen şairleri okumanın felsefe adına daha kazançlı olduğunu düşünüyorum.

Ha bir de şair olarak felsefî birikimleri aşırı önemsersem şiir yazamam. Bana göre diğer varlıklarda daim tek Tanrısal öz varsa insanda da daim iki Tanrısal öz vardır: Beden ve ruh olarak. Ben şiirimde böyle düşünürüm. Felsefî birikimin bana engel koymasına razı olamam. Yunus 'aşıklar ölmez, ölen hayvan imiş' diyorsa veya İsmet Özel ' ben ölmem' (Tabii İsmet Özel'in bu düşüncesinin benzerini M. Heidegger daha önce söyler)  anlamında bir şeyler yazıyorsa  bu, insanın iki Tanrısal etkiyle sürüyor olmasından kaynaklanır. Bu etkilerden biri öyle kuvvetli ki (üflenmiş ruh, ki aşk buradan doğuyor)  insan onun sayesinde ölmüyor, mekan değiştiriyor.

*

Gelelim şair olarak konumuza. Yahya Kemal'in Itrî şiirinden şu dizeleri alalım.

 

 'Mûsikîsinde bir tarafta dîn

Bir taraftan bütün hayât akmış;

Her taraftan, Boğaz, o şehrâyîn,

Mavî Tunca'yla gür Fırat akmış.'


Yıllar önce 'Mûsikîsinde bir tarafta dîn/ Bir taraftan bütün hayât akmış;' mısraları için Yahya Kemal'in laik bir anlayışı vurguladığını düşünmüş, bir kenara not etmiştim. Ama yine de bu tespit içime sinmedi.  Bu mısraları, ortamın laikperestliği ve laiklik karşıtlığı içinde değerlendirmenin uygun olmadığını görmüştüm. Sonra Seferber dergisinin Itrî sayısında 'Savaş Barkçin'in aynı tespiti yaptığını okudum. Barkçin de şairi din ve hayatı birbirinden ayırmakla suçlamıştı. Oysa bütün hayat derken şair ontolojiyi- varoluşu- tecelliyi  (dinî olanı değil ama Tanrısal özü olanı) anlatmaya çalışıyor gibi.


Y. Türk

3 Temmuz 2022 Pazar

KURULUŞ, TEMMUZ- AĞUSTOS 2022, SAYI: 52





                   


                                                          YEPREM TÜRK

24 Haziran 2022 Cuma

Yedi İklim, Nisan 2022

 

Sunuş: Mekan, zaman ve insan konulu. Tanpınar'ın 'Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır' düşüncesi biraz kabul az da redle konuşulmuş. Zamanın ayarının insan olduğu' tespitine karşı 'zamanın ayarı insan değil, Allah'tır.' denmiş. Elbette Allah istemezse yaprak kıpırdamazmış. Ama Tanpınar'ın kastettiği şey çağdan çağa değişen dünya anlayışıdır. Ve toplumsal akıldır. Ramazan ayı örneğinde olduğu gibi. Londra'daki ramazanla İstanbul'daki ramazan yaşantısı, ramazan tüm dünyaya gelmiş olmasına rağmen farklıdır. Londra'da ramazanın gelip geçtiği duyulmaz bile.  Bireyin, milletin ruhu burada belirleyici unsurdur. J. G. Herder, millet tinselliği der, buna. Hegel, bu kavramı alır kendince ifade eder:  Zeitgeist: Zamanın ruhu. Düşünür, at üstündeki Napolyon'da çağın tinini boşuna görmemiş. Bence zamanı dolduran, hissettiren şey insan, toplum ve bu toplamın idrakidir. A. H. Tanpınar 'Saatin ayarı insan derken' elbette çağlar değişirken insanın konumlandığı idrake de dikkat çekiyordu. Çağın ruhunun neliğini, nasıllığını vermek için insan, yeni bir isimle ve kavramla konuşuluyordu. En azından felsefe bunu yapıyordu. Homo sapiens, homo economicus, homo politicus...

Doğacı felsefede 'saatin ayarı olan insan(toplum)' anlayışı böyle. Niye doğacı felsefe diyoruz: Felsefe; insan ve doğa üstüne düşünmekle başlamış çünkü felsefe yapmaya. Diğer yanda örneğin Ferideddin-i Attar '..dünyanın enini boyunu ne yapacağım; göğün maviliğiyle, yerin toprağıyla ne işim var benim!' demiş. Bu tür bir felsefede doğa neredeyse hiç yok. Ama yine insan var. Yunus aslında İslam alimlerinin yaptığı felsefeyi özetlemiş. İslam felsefesi, kendisini 'ete kemiğe büründüm...göründüm' yolu üzerinden yapmış. Zamanın ruhu bu görünmeler ve onun şekilleri üzerinden belli ediyor kendisini.  Bizde insan sevgisinin de kıymetinin de temeli 'ete kemiğe bürünme ve görünme' değerinden gelir. Ve bu da çağa, zamana ayarını, ruhunu verir.

*

Sunuşta ayrıca şu tespit önemli: ' İslam'ı Osmanlı ile özdeş tutanlar için Osmanlının yıkılması, İslam'ın bitmesi anlamına geliyordu. Oysa bu büyük bir yanılgıydı.'  Ben, aklı başında olan hiçbir insanın böyle düşüneceğini zannetmem. Osmanlı yıkıldı lâkin İslam yıkılmadı, medeniyet yıkıldı. Osmanlı, İslam için bir kalkandı. Osmanlının yıkılışıyla İslam dünyası dinini değil, kalkanını yitirdi. 

*

Hasan Aycın ile söyleşi yapılmış. Müthiş. Söylediği, yorumladığı olayları biliyoruz ama ondan dinlemek ayrı keyif veriyor insana. Çünkü anlattıklarını zihni öyle özümsemiş ki insanı kavrıyor. Cümlelerine varoluşsal olarak sirayet ediyor, söyledikleri. Metin; insanı macun gibi dışarı sıkmıyor. Kavrıyor. Bildiğimiz şeyleri bir daha bildiriyor. Bildirsin, on defa bildirsin.

Şiirlerine gelirsek bu sayının. Kaliteyi bütünlükte gösteren şiir yok. Kısım kısım iyi dörtlüklere ve bazen de mısralara rastlıyoruz.

Eleştiride dikkatin olmadığı söylenebilir, Yedi İklim'in son sayılarında. Abartılar var. Atabey Kılıç'ın ve Sami Uluğ'un eleştiri metinleri bu bağlamda değerlendirilmelidir. Atabey Kılıç, profesörmüş. İlginç.  Öve öve bitiremediği kitap olsa olsa sadece mahallidir. Tanpınar, bu tür şeylere 'mahalli klasik' diyor. Ama o bile değil. Geçen senelerde yine Yedi İklim'in bir sayısında okumuştum. Mahalli bir şair, F. Hölderlin'in hizasına yazılarak mahalli şairin dünya şiir tarihine büyük kitaplar armağan ettiği söylenmişti. Eleştiride bayağı irtifa kaybeden bir dergi, bu aralar Yedi İklim.

 

Not: Yücel Kayıran ile yaptığım sohbetler, benim için cömertlik saçan hazineler gibidir.

 

                                 Yeprem Türk

14 Nisan 2022 Perşembe

Kuruluş, Sayı 51 (Mayıs- Haziran 2022)

 




...

Kelime-i şehâdet ilk hecede kuzum

İnsan başını yukarı çeker değil mi

İnsan bu kadar eğilir mi

Yukarılara kuzum yukarılara dağlara

Eski bir kavim olmaya eski bir yürek

Ulu beşerden bir bölük

Yukarılara dağlara

Bekadan dünyaya taşan havaya

Ormanda ışıltılı hışırtısıyla

Sınırlara dek inen cebraile

İçe son nebi gibi gelen ilhamın

Dağları doldurduğu ana




Kuruluş Dergisi Yayımları / 20 

Şiir / 7 

Birinci Basım / Mayıs- Haziran 2022

Ekonomik koşullardan dolayı, yeni şiir kitabını Kuruluş'un 51. (Mayıs- Haziran 2022) sayısı olarak çıkarıyoruz.

İyi Günler.


Kuruluş Dergisi