10 Haziran 2016 Cuma

CİNSİYET GARİP GELİP GARİP GİTMESİN

Erkek ve kadınlar insanlığın ilk günlerinden beri erkektirler ve kadındırlar. Şiirde bu iki türün sesi üzerinden dile gelir,  mana yaratır. Ancak öyle zamanlar geldi ki erkeklerin erkek kadınların kadın olmasından sıkıldı şiir. Ya da öyle zannedildi. Şiirde cinsiyet önemli değil, derken  aslında bu tiyniyete gönderme yapılıyordu.   Önce Batı sanatında, zaman zaman da Doğu şiirinde görüldü bu eğilim.  Kadim sanatta erkek ve kadın birbirinden keskin çizgiler ile ayrılmış iki türken, bazen de bu iki türden bir ara tat, bir aroma çıkarmak isteniyordu. İnsan bunu niye yapar? Sanırım en iyi cevap ‘insanın anlamını kaybetmesidir?’

Türk şiirinde  bu yönelim yetmiş ve seksen kuşaklarının kubbesi altında yerleşir. Küçük İskender, Ahmet Güntan, Birhan Keskin gibi ara şahsiyetler şiirde bu zamana dek olmadığı kadar  önde yer tutarlar.  Bu iki kuşağın diğer şairleriyse geri planda kalırlar ya da planlı şekilde öyle tutulurlar.       
Türkiye bir zamanlar nasıl beka tehlikesinden döndüyse Türk şiiri de cinsiyetini kaybetmenin sınırından geri geldi yetmiş ve seksenlerde. Ahmet Güntan şiiri diğerlerine nazaran belki biraz daha erkeksi özellik gösterebilir. Ancak bu da Güntan’ın hasbelkader Ezra Pound’dan beslenmesiyle ilgilidir.

Neticede yetmiş ve seksen kuşağında şiir; erkeklerin erkekliğini, kadınların kadınlığını ifade etmesine izin vermeyen bir dünyanın talip olduğu tür olarak vücuda geldi daha çok. Cinsiyet acaip  laikleştirildi. Keşke insan doğası değil de  laikliğin kendisi laikleştirilebilseydi yani.


Y.Türk

KİŞİLİK MİLLETİ: BAŞKANLIK SİSTEMİ


Eskiden İmparatorluklar parçalandığında beyliklere ayrılırdı, imparatorluğu taşıyan sütunlar beylikler şeklinde yine aynı imparatorluk aynı medeniyet toprağı üzerine parça parça dağılırdı.  

Birbirinden belli ilkelere göre ayrılmış topraklar üzerinde yaşayan bu beylikler nihayetinde aynı uygarlığın çocukları olmaktan da öte gidemezdi. Belli bir zaman sonra yeni bir siyasi anlayış etrafında büyük bir medeniyetin şemsiyesi altında tekrardan toparlanmaları da zaten bunu gösterirdi. 

Osmanlı imparatorluğuysa beylikler şeklinde değil cumhuriyetler şeklinde dağıldı. 

Ortak kişilik bir anlamda etnisitelere bölündü. İmparatorluktan cumhuriyete geçildiyse de aslında bir uygarlık çemberi olayıydı. Yeni gelen siyasi yapıya mecburen ayak uydurma deniyor bunun adına. Uygarlıkların doğasında da böyle bir şey vardır zaten. Buna ayak uydurmayanlar ortadan kalkar. 

Önce parlamenter sistem şimdi de başkanlık sistemi gibi hani. Gelişme bu yönde. Buna, İbn-i Haldun’un nazariyesiyle de bakarsak uygarlık çemberi denmektedir. 

Kişilikle millet olma anlayışı da aslında bu tutumun bir parçasıdır.  Başkanlığı gerekli kılmaktadır. Öte yandan başkanlık sistemine geçiş, Osmanlının beylikleri merkeze taşıması kadar zor bir sürece benziyor. 

Bu geçişten Irak ve Suriye’deki toprakların etkilenmemesi olanaksız gözüküyor.



Y.T.

4 Haziran 2016 Cumartesi

3. Yenileşme

Geçenlerde, Yenihayat Gazetesi’nde, Ahmet Turan Alkan,   Necip Fazıl Kısakürek ile Nurettin Topçu arasındaki görüş farkını yansıtarak günümüz siyaseti üzerine bir yorum kaleme almıştı.

Ana mesele İslamcı iktidarın ve halkın Topçu’nun derin ve disipliner felsefi yerine Necip Fazıl İslamcılığını seçmesidir.

Aslında Ahmet Turan Alkan Necip Fazıl İslamcılığının, hem günümüz siyasetine hem İslam anlayışına zarar verdiğini, kişisel ahlakı es geçtiğini anlatmaya çalışmış o yazıda. Özde ise İslamcılığı kınamak amaçlıdır o eleştiri metni.

Doğrusu İslamcı olmadığını söyleyenler bile İslamcı sayılıyorsa, bunun önünü almanın bir yolu yoktur. İslamcılığın doğal bir şekilde ölmesini beklemek ve buna uygun da pozisyon almak sanırım şimdilik en iyi yoldur.

Gerçi Necip Fazıl İslamcı olmadığını da söyler, ama günün hakim olan politik anlayışı içinde bu pek önemli değil. İslamla ilgili her şey biraz da doğal yolla bazen de öyle gerektiği için İslamcılık görüşü içinde erimeye mahkumdur. Ayrık ve bireysel bir felsefeyi öne alan Nurettin Topçu bile İslamcı olmaktan kurtulamamıştır nihayetinde.

Ahmet Turan Alkan aynı metninde keşke İslamcılığın yani Necip Fazıl’ın siyasizminin ve medeniyete bakış açısının yerine Nurettin Topçu’nun derin ve aynı zamanda zevk sahibi birey anlayışına öncelik verilseydi, siyaset ve halkın yaşantısı bu manevi disiplinle daha değişik olabilirdi, diyor.

Ancak bizim de bildiğimiz bir şey var ki, insan ve toplum için ilerlemeler aşamalıdır. Bu, aynı zamanda doğa kanunudur. Yani önceki safhaları aşmadan sonraki basamağa geçemezsiniz.

Asıl mesele ne Nurettin Topçu’nun ne de Necip Fazıl’ın tercih olma sebebidir.

Osmanlının çöküşünden itibaren başlayan yenileşme hareketi için Yahya Kemal bakın ne diyor: ‘Hülasa yenileşmek bahsi hazırlanmış, ruhlara yayılmış bir felsefeden doğmamıştır’

Milletimizin yaşadığı inkılap ve yenileşme duraklarını şu şekilde sıralamak mümkündür. İlk etapta yenileşme felsefi ve siyasi alandan ziyade askeri sahada başlamıştır. Düşmana karşı temkinli olma durumu bunu kendiliğinden ortaya çıkarmıştır.

İkinci yenileşme ise bundan yüz küsur yıl sonra siyasi alana taşınmıştır.  Bu ise İslamcılık görüşü şeklinde hayat bulmuştur.  Vakayi Hayriye’den sonra yenileşmede askeri alan merkez haline gelir. Ve o dönemlerde, dediğimiz gibi, yen açılan birçok kurum ve  kuruluşların dahi askeriyeye bağlı  hale getirilmesinin temelinde bu tutum vardır. Vakayi Hayriye'den İslamcılığa kadar olan zaman dilimi nasıl askeri alandaki hareketlenmelerse; İslamcılık ve sonrası ise tamamen siyasileşmedir. Yani Birinci yenileşme askeri,  İkinci yenileşme ise İslamcılıkla siyasi yenileşmedir. Üçüncü aşama nedir peki? İşte bu devrede yenileşme tamamen ruhlara yayılmış, bu ruhla maddeyi işleyecek olan bir yaşam tarzından bir felsefeden doğacaktır. Biçim ve muhteviyat birlikte gelişecektir.  Ben bununsa Mehmedi bir duyuştan yeşereceğini umut ediyorum.


 Y.Türk



28 Mayıs 2016 Cumartesi

YA



Cezbe uykudakiler içindir
O gelir sen uyanırsın
Melek öpünce olur bu

Bence şöyle:
Ahretten  tel  gelir
Ahize kalkar insan anlar
Bu: dünyaya bir müdahaledir

Bunlar da önemli de
Cebrailin, cemaline bakıp:
Sema senin de hakkın
Besmele kanadında boncuk olasın
Demesi...



 Y.T.

26 Mayıs 2016 Perşembe

DA



Bismillahirrahmanirrahim gibi
Aşka başlangıç dizesin
Bir cennet seni bekler

İnsan sevince
Cennet adamısın artık havalısın
Kuşu kuş olduran ayetler kadar
Aşk da Allah  kararıdır, uyarsın

İşte aşk böyle bir dünya
Ayet sünnet coğrafya etkisidir
 İnsanı sarıp sarmalasına bakıyorum da
On sekiz bin alemin abisidir



Y.T.

21 Mayıs 2016 Cumartesi

ÖYLE


Günün  değişik mi geçti
Allah’ı görmeye gideceksindir
Karar vermiştir Rabbül alemin
Bohçasısın,   açılacaksındır

Bekaya top gibi düşmez insan
Kullanılmış ömrü  elden verirsin
Derelerde ruhun, ruhunda heyecan
Akarsın belki şırıl şırılsın

Sss Şsss
Biz ahreti radio gibi dinleriz
Ettiklerimizi  yetiştirmek için Tanrı’ya
Şu beton   direği orada Yaşar  görürüz


Y.Türk

19 Mayıs 2016 Perşembe

ŞAİR


Elinde meleğin döner, okunur
Dünya Allah’ın yuvarlak bir mısraıdır
Demişse bir şair
İlmihalşiirde his halindedir

Kullanma tarihi bitmez  şairlerin
Şiir memnun gök memnun
Biz duygu şeklinde yaşadık sureleri
Gaza da basmışsa Allah’ın güzelliği

Ölüm ayetleri bile  şiirde bir düş içindir
Bu iyiliğin iyiliği hiç tükenmez
Mesela biz şairler cennete bir kamyonla gideriz
Direksiyona  sakallı bir amca koyarız


Y. Türk