24 Haziran 2023 Cumartesi

KURULUŞ, TEMMUZ- AĞUSTOS 2023, SAYI 58




                                           


                                               İyi Okumalar Dileriz.

20 Haziran 2023 Salı

GECE EVE DÖNERKEN

 

Taşranın dağ köylerinde 

Yalnız hanelerde yaşamak 

Nasıl bir sınır


Can, tende

Emaneti belli edecek denli ışıyor


Yarın Kurban Bayramı

Şehirde koyunlarımı sattım

Seherde haneme varmam gerekiyor


Karanlıkta dünya ne büyük bir şeydir

Karanlık bilinemez çünkü hürdür


Yeryüzü karanlık bir mescid

Yine de değil tekin

Buna bir şey diyemiyorum


Geçiyorum kayaların arasından

Etraftan gelen bir taş bir kılıç şakırtısı yok


Yağma karanlığın dışardaki necaseti

Vardır daim taşranın gecesinde 

Böyle ağır bir koku

Yasayı delebilecek bir ok


Nurun dalgalı alnı

Ve kasların diriliğiyle

İşte avluya girdim

Erkek ve yakışıklı.

Gökleri seyrederken evim.


Anlaşmalardan sonra alınmış nefes gibiyim.



Y. Türk


5.

 

Emek ve saygı bitince, insanın hayata olan saygısı da kalmıyor. Bugün insanların yaşama ve yaptıkları işe karşı bir saygı taşıdıkları kuşku uyandırır. Çünkü inşa edilen hayatın da insandan onur, saygı, emek ve şefkat beklediğine inanmak zor.

Uzaktan yakından şahit olurdum. Bazı tanıdıklarım, özel yaşantısındaki yaşamın neşesini ve güzelliklerini sokağa indirmezler, taşımazlardı.  Orada adeta apayrı biri olurlar, farklı davranırlardı. Özel hayatlarındaki değerli ve nazik şeyleri sokaktaki yaşama layık görmezlerdi. Konvansiyonel olanın neredeyse zehir olduğunu ima etmeye çalışırlardı. Özellikle iki senelik kovid kapanmasından sonra evden dışarıya dönen insanlarda bu türden davranışlar arttı. Herkes kendi özerk alanını kutsadı, dışarıyı lanetledi. 

Bilmiyorum belki haklılar belki de haksızlardı. Ama konvansiyonel olanı hakkaniyetle inşa etmek ve bu konvansiyonel olana katkı anlamında insanları ikna etmek her şeyden önce bir medenilik, müşterek bir bilinç ister. Kanun ister, senet sepet ister. Gelişmiş, derin davranış kalıpları ister. 

-

Zamanın kültürü sanki biraz depresif. Spastik bir benliğin ürünü gibi. Kimin ne yapacağı belli değil. Spastik bir samurayla karşılaşabilirsiniz akşam saatlerinde bir cadde başında. Üstelik bu samurayın ne töresi ne andı ne de geleneği var. Tarihin en şımarık ve en dağınık çağı işte. Nereden bakarsanız bakın tarihi anlamda zirve bir iştiha ve dengesizlik… İnsanın içinde libido, dışında pijama ve tayt…  İşte size sokaktaki hayat aklı. 

Şiirde farklı mı? Okuyun dergileri, sadist ruhluların absürt ifşalarını ve dileklerini göreceksiniz. Yeni insan, yeni şair hiçbir şeyi sevmiyor. Kendi üstünde bir otorite tanımıyor. Saygılı bir karşı koyma değil bu. İroni diyorlar bu tür şeylere, oysa öyle değil. Şımarıklık, densizlik. 

Ve bir filozof da bir başka filozofun mezarına işeyebilir, çağdaki mantık buysa. Oysa bırakın bir kabir üstüne hacet gidermeyi, bir ölünün arkasından bile konuşmak ağır vebal.

İnsan, sokağa çıkınca, aile hayatındaki gibi kamusal alanda da şeriat, tüze ister, bekler. Yani fıtrat, ahlâk ve din eğilimi.


Y. Türk

11 Mayıs 2023 Perşembe

İLK DİZE


Ruhun karaya alınmış olması

Gösterir ilk dizedeki haklılığı


İlk dizenin girmediği yere melek girmez

İlk dizeyle yönetir şair varlıktaki evini


Yeryüzü gökyüzüyle söylenirken

-İlk mısra böyle bir şey-

İnsan bedeni olur gökyüzünün bedeni


Daha doğrusu:

İlk dize şairin mektebi

Gökyüzü öğretir yeri


İlk dizede Rabbani bir ışık var

Yağması yukardan çiğ misali  

Akşama dek göğe bakmışın içinedir


Arı kokusu ve tadındadır, bal değil

Zeytine ve incire de yakın bir canlılık bu

Kırılmışın içindeki nuru


II.


İlk dize

Dünyanın ilk ürününe inen ilk bahar gibi

Yeryüzünün en yeni en canlı kıvamı

Şairin kalbinde sefer

Utku içinde göğsünün sabahına gider


Yeprem Türk


OLMUŞ

                                                     


                      Övmek isterim babama saygıyla, bir olmuşu


Gece, Maraş’ta, köydeyiz

Keder bizi avluya gazel gibi dizmiş

Kuru yaprak sıra sıra

Annem, babam, kardeşlerim…  hiçlik

Tek, sultanın rüzgârı eksik kapıda


‘Biz olduğumuz için esmiyor rüzgâr’ mı demek istemişti en dilsizimiz

Esmesi gerekir oysa, vakti, gazel halindeyiz

Bu yıkıntı bize, biraz da ayıp ya

Bizle ilk kez özçekim gayreti olacak  uygarlığın

Köylüyü ve düşkünü göstermek istemez hiçbir rejim

Düşmesin diye hançeresi sistemin


Teorilerimiz yerle bir, şehrimiz yerle bir

Her birimiz avazı gaibe emanet edilmiş filozoflar gibiydik

Adaletin bu boşluğundan kimse çıkaramaz izimizi 

Avluda bekleyenlerin en hayırlısı

‘Boğazınızdan geçirirseniz sizi affetmem hazinenin bir kuruşunu’

Diyen, babamdı


Tutulurken günün matemi, kapımızda

Yoksullukla erleşen kemâl, berkiyen hüküm buydu

Yıkımda saatler geçtikçe içe doğru arzusunu yürütmek isteyen beden

Bu beddua ile durdu, olmadı avlumuzda o gün zayıflığa nurunu veren

Tenezzülde korku, şüphe doludur; geldi eşiğimize dek ama

Sadece Yunus okunabilirdi evimizde tufandan sonra

 

O gün inandım babamın yüzü

İnsafın ve nurun sökülmez toprağıyla doluydu

Maneviyatı erk etmişti bize

Yerle bir olmuş bir şehrin üstünde

Ne soğuk ne sıcak ancak ılıntı halinde

Bu bir tasvir değil, sadece cemâl


Ama hayat kurtaran



Yeprem Türk

25 Nisan 2023 Salı

KURULUŞ, Mayıs- Haziran 2023, Sayı 57


 

                                                              İyi okumalar.

23 Nisan 2023 Pazar

bir yıldız yok. orası boş, bomboş. yazık.

  

Politikacılar, hükümet kadroları; Türkiye’ye gereken önemi göstermediler, göstermiyorlar. Şimdi daha acımasız bir siyasetçi sınıfı ortaya çıktı: Teknokratlar.  Bunların Türkiyeye lazım olan saygıyı esirgemeyeceklerinden şüphem daha fazla. Türkiyenin tarihine, insanına, kültürüne, doğasına ve toplumsal yapısına bu bürokrasi sınıfının bakışı gerçekten çok başka. Kapitalist, sert, günlük ve ticari. Türk bürokrasisi kendisini teknokratlara emanet etmekle genç Türkiye’nin maddi ve manevi enerjilerini hoyratça kullanmaktaki dozunu daha da artırmakta. Türk topraklarının bir ruhu varmış, geleneksel bir zinciri bulunurmuş, bir felsefesi olurmuş bunların hiçbirisi teknokratların umurunda değil. Onlar Türkiyeyi bir şantiye, bir tesis, bir pazar yeri gibi görmekten öte bir bakış açısına geçmemiş durumdalar.

On yıllar boyunca halkına aldırışsız bir liderler silsilesinden geçti Türkiye. İnsanını iki cendere arasında yaşatmaktan büyük zevk aldı, bu bürokrasi. Batıcı bürokrasi. Modern bürokrasi. Kâğıt bürokrasisi. Ve sonra teknokrat bürokrasisi. Ne derseniz deyin, hepsi aynı düzenin, akışın silsilesi.

Şimdi ne değişti? Hiçbir şey. Halk, hâlâ sömürülüyor ama bu kez daha ince bir üslupla iş kılıfına uydurularak. Batıcılık, Türk bürokrasinin her türlü şeklini kullandı. Önce jakobenleri, sonra sağcıları, sonra İslamcıları. Türk bürokratları da açıkçası Batıcılığın zamanın ruhuna göre  beliren biçimlerine girmekten çekinmediler, bundan geri durmadılar. Batı çünkü zehirli balını, bu, durmadan kılık değiştiren formlar, tarzlar diyebileceğimiz akışkanlıklar üzerinden akıttı. Modernlik, Batıcılık vaadiyle gelmeyen hiçbir bürokrasi, lider başa geçemedi.

Açıkçası insanımız, iliklerine kadar hem maddi hem de manevi enerjisiyle sömürüldü. Kandırıldı. Muhalefetle iktidara geçen muhalefetleri bile düşünün Batı bürokratları belirlemişler. Sadece bize oynamışlar, derinlerde değişmeyen bir durumun yüzeyde değişen görünümleriyle. Arka planda hiçbir farklılık yok. Yani her iktidar değişiminde kullanılan halk, bir kez daha muhalefet oyunuyla yine bir kata kulleye getirilmiş oldu.

Bugün İslamcı bir hükümet döneminde yaşıyoruz. Bugün dolar 19 lira. Yani aslında Batı’ya çalışıyoruz. İki yüz yıldır topraklarımızda canhıraş biçimde emek veriyoruz, emeklerimizin karşılığını da Batı kapitalizmine yediriyoruz. Borçlanıyoruz Batı’ya faiz ödüyoruz. Borçlanmasak da dolar üzerinden yine aynı faizi ödemek zorunda bırakılıyoruz.

Türkiye’de hakikaten neler oldu, neler oluyor? Bunu on veya yirmi yıllık aralıklarla bir şekilde yayımlanan gizli belgelerden, itiraflardan öğreniyoruz. Çünkü bu belgelerin ifşasıyla da yeni bir oyun, dalavere kuruluyor.  İyi ve güzel zannettiğimiz şeylerden dolayı dolandırıldığımızı görüyoruz. Böylece geleceğimizi, umuda dair diri hislerimizi öldürüyoruz. Güven duygumuz, hayata olan saygımız azalıyor.  İnsanımız bunu hak etmiyor. Bugün Türk siyasetinde hükümetlere karşı güven epey azalmış durumda. Siyasetin arkasındaki karanlık, insanımızdaki politik canlılığı çoktan kötürüm etti. Ben, artık oy kullanmıyorum. Politik tartışmalara ve atışmalara kulak bile vermiyorum. Benim insani bir cevherim var. Bunu onlara harcatmak, yedirmek istemiyorum. Hayatımın tek bir saniyesini bile bir politikacıya harcamayı kendime zül sayarım.

Ve bir gün tarihe bakınca, bürokrasimiz yaptıklarından utanacaktır. Genç Türkiye’nin gücünü, sinerjisini nasıl hovardaca kullandığını görünce pişmanlık duyacaktır. Çünkü millette her enerjikliğin bir sırası, demi, tarihsel bir önemi vardır. Aynı enerjiler, şevkler zamanında verimli kullanılmadığı için biter. Sonrasında aransa da bulunmaz bir cevhere dönüşür. Partiler, milletin kendilerine dönük tarafını çoktan bitirdiler. Sönümlediler. Partiler, milletin dışına düştüler. Oradan gazel okuyorlar.

Bu partiler sayesinde gelecek olan hiçbir ideali, geleceği ve çağı paylaşmıyorum. Bunu insan olduğum için, insanlığım adına yapıyorum.

Son tahlilde, bugün Türkiye’de, siyasetin evreninde göz kamaştıracak bir yıldız yok. Orası boş, bomboş. Yazık. 


Y. Türk