15 Kasım 2018 Perşembe

ISFAHAN

Bazı şehirler yere tırnaklarıyla, demir yumruğuyla tutunur. Taşkent, böyledir. Ama Isfahan, ipekten saçaklarıyla, etekleriyle yere eğilir. Oldukça zariftir, uçucudur. Bu anlamda kentlerin Meryem’idir. 

Yeryüzü ağacının dallarında kızarmış bir elma gibi süzülür. İslam mimarisi meyveye ermiştir. Ruhtaki idea ve tabiattaki idea bir olmuş, ahenk bulmuştur.

İlmi de erenlerindeki tavır da şehre acayip bir hava veriyor. Selçukidir, Farisidir. İkisinin de müzikaliteleri zirvededir. Nakışlıdır. Isfahan’ın eren yüreklileri, göğü gibi akışkanlar. Sanki temiz hava gibi yaşayıp konuşup, temiz hava gibi yazıyorlar.

Küfe’de ilmin dili olan ibâre yoğunluktaydı.  Isfahan’da ise mârifetin dili işâret ön plandadır. Hiper- desenler diyeceğimiz tatta, coşkun bir espri de var kullandığı  çizgilerde.  Belki de Doğu’ya has mimari kaligramlar da diyebiliriz buna. Bilge bünyelerin geometrik hat meşki ya da.


Y.T.

8 Kasım 2018 Perşembe

ANKARA


Ankara’da Selçukluya kadar gökten gelen bir kubbe yoktur. Yani kubbe bize gökten gelişi haber verir. Metafizik filizlidir. Sema ile yer arasında geliş gidişlidir. Ve göklerden iniş, dört unsuru burada fena dönüştürmüştür. Roma kartalının uçtuğu ve eski milletlerin putlarının kurulduğu bu toprakların ruhunu göklere doğru kubbeye ve minareye çevirmiştir.

Bir yandan da devletler için güç gösterisinin yapıldığı arena gibidir. Araplar ve Türkler Bizans ile hesaplaşmalarını burada yapmıştır. Moğolların talan alanıdır. Burası göklerden geleni önce, ilimle, sanatla değil; kılıçla almıştır. Metafiziğin parsı gibidir. Alparslan ile bu topraklara gelen fetih duygusu, kılıç ile hikmet arasındaki geçişkenliği sağlayarak, bu kentin eski barbar tabiatının yumuşamasını sağlamıştır.

Osmanlı zamanında dergah hüviyetine ulaşmıştır.

Nagehan ol şara vardım, ol şarı yapılır ördüm
Ben dahi bile yapıldım taş ve toprak arasında

Derken Hacı Bayram Veli, aslında Ankara’nın nasıl da yeniden gökkubbeyle inşa edildiğini, fiziğinin metafizikten çıkarıldığını anlatmaya çalışmıştır. Kutlu Milli Mücadeleyi başlatacak ruhu yoğurmuştur.

Cumhuriyet döneminde, gökkubbe ile Roma heykellerine özen (batıcılık) yan yana yürümüştür. Sanırım coğrafyamızı Üçüncü Roma (İslam Roma’sı) olarak addetme fikri de bu kargaşadan doğmuştur.

Ki irfanımız ve mimarimizdeki ölçü , Roma makasının karar veremeyeceği kadar derindir.  Roma ahengi insanımızın ulu ahengine öksedir. Aslında maddiyatçı ve oldukça dışarlıklı Roma, para gibi kara.


Oysa Ankara, bizde, ulu nefeslerden hasat edilen üründür, harmandır. Bin yıl önce Asya’dan Batı’ya doğru verilen  Tanrı selamının adıdır.


Yeprem Türk

KONYA

Tarihin, tabiatın  öldürüldüğü ve yeniden dirildiği bir şehirdir. Dışarıdan yanarken içerden anka gibi doğuşun şehridir. Her yönden böyledir. Akide, medeniyet, siyaset, şiir.

Çağının gereği Konya da görmüştür, Moğolları, Haçlıları. Mavi gök altında yaşamış toprağımın bu neşidesini de üten, değil mi ki ilmimizi irfanımızı sanatımızı çirkin pençeleriyle parçalayan yeryüzünün bu kaba ayıları.

Mevlana İran şiirinin ve yazın sanatının zirvesidir. Fars sanatındaki süs, Konya’da göksel bir duruma erdi. Bundan sonra Fars diline binecek süsleme, sözün simlerini de özünü de Pisagor tası gibi çekip boşaltabilirdi. Yunus’un sanatta yalınlığa ve sehli mümteniliğe dönüşü biraz da bundandı. Yunus, sözü, öze, sanatın kaynağına, başlangıcına döndürdü.

Mevlana, Konya’yı Yunus’un sanatına verdi. Konya hem Yunus hem de görklü bir semazendi. Döndü döndü, yaşadı ulu irfan üstünde.

O günden beri Konya için irfan ilahi bir taamdır. Tanrı nimetleri bu formatta akar buraya. Tabiatı da ruhu da sıcaktır.

İkindi vakitleri, tüm İslam şehirlerinde gariptir, hislidir. Güneş ufukta eğilirken, insanın içi, doğrulur. Sokaklara berzahtan bir gurbet duygusu yayılır. Yüksek sesler ufak ufak ezilir, mırıltıya dönüşür, Nargile gibi tüter bu saatlerde Konya. Konya bu vakitlerde berzahtan bir radyo olmuş sanki bir el onun akustikli sesini yavaş yavaş kısmakta. Ses elçisi dıştan içinize yönelmekte.  

Ümmetin bin yıllık ameli olarak duru gök altında durmakta.

Tabiat da burada Tanrı’ya kulak vermiş. İnsan elinden çekiç yemiş, ruhtan ışık kapmış. Akide görmüş. Ahenk almış. Yumuşamış, sertleşmiş. Eğrilmiş. Doğrulmuş. Erimiş. Donmuş. Akmış. Nurlanmış. İnsanına bahçe, medrese, han, vakıf, ev bark olmuştur.


Anadolu’nun ortasında bir cennet meyvesi gibidir Konya. Aşk başıdır. Cezbesi, aşkın tikidir. Mefkuresi vakıf düşüncesidir. Saflığın otağıdır. İrfan ikametgahıdır. Toprağa salavat gibi bir inşadır.

Yeprem Türk

EY ESKİ EREN


Bir atom postuna benzer yaşadın
Dehlizde nice elemente itikaf olma peşinde
Paralandın

Havai bir oya gibi işlendin yurduna
Dünya zırhı bunalttı seni
Ahretin dünyaya selamıydın
Verildin alındın bitti

Söyleyelim emeğindeki teri
İçten dışa bekanın dünya bedenine
Çıkardığı kabarcıklardan biri

Sorun,  malın kula
Allah’ından çok olması değil mi ?
Görmedik parmak uçlarında
Cimrilik denen karbon monoksiti
Yoksullar için her gün 
Saldın sokağa keseni başıboş serseri


Yeprem Türk


DÖNÜŞÜMLER


Dünya üstünde siyasal olarak yeni genetik haritalar kuruluyor.
Amerika, temellerini kuran öze kulak verdi. Avrupa’dan ayrıldı. İngiltere ile birlikte sessiz sedasız, bir gelecek kurgusu üzerinde, ilişkileri pişirmeye çalışıyor.

Avrupalı devletler, bunu fark etti. Safları sıklaştırmaya çalıştı. En azında büyük bir Avrupa ordusunun gereğini  dillendirmeye başladılar.

Medeniyetler ve uygarlıklar bakımından dünya üzerindeki politik ve tarihsel ana başlıklar, alt şubeleri yutmakta. Ülkeler, kendilerini kadim medeniyet daireleri içine atmaya yelteniyor.

Dediğimiz gibi, Avrupa kadim Grek uygarlığında karar kılarken; Amerika ve İngiltere, eski Roma’yı seçti.

Zaten geçmiş yüzyılda, İngiliz ve Amerikan şairleri birlikte anılmaya başlanmıştı. Örneğin Sylvia Plath hem İngiliz hem Amerikan şairidir. Sanki İngilizler ile Amerika arasında, bizim 11. yüzyılda Farisilerle birlikte kurduğumuz bir medeniyet yapısına ve etkileşimine benzer bir iletişim var. Bilirsiniz Mevlana hem Türk şairi hem Farisi’dir.

Kuveyt, Türkiye ile ilişkiler bağlamında Katar’ın örnek alınması gerektiğini belirtmiş. Bu istek bir entegre olayı değildir. Bu durum, Kuveyt için  Muhammed’e (S.A.V.) Mehmet olmaktan başka nedir ki?

Y.Türk

3 Kasım 2018 Cumartesi

KAŞGAR



İlk Türkçe sözlük burada yazılmıştır. Bir gramer şehridir. Türkçe’nin medeniyet dili olmaya doğru adım attığı yerdir.

Etrafı, yüce dağlarla tabiatın hacı babaları ile çevrilmiştir. Tarım ve su dokusundadır, kültürü.

Haniflikten İslam’a geçişin tüm tatlı ve şuh nekahâti üzerindedir.
Görürsünüz bunu, onun tarihini inip çıktınız mı, alçağına yükseğine varıp baktınız mı.

İlk defa İslam olan halka ve kente melekler daha çok mesai harcar, neşe gibi tatlı duygular saçar ödül olarak, derler. Gerisi sana kalmıştır emeğe ve sadakate, diye de eklerler.

Peygamber-i Ekber'e Mehmed olunan yılların başladığı yerler.

Medeniyetimizin bir eşiğidir, ulu kapısıdır. Fetih akidesi ve hissi Anadolu’ya, kendine özgü lisanla buradan girmiştir.

Daha sonra yazacağım Bursa, dimağımda Ş ve L harlerini öne çıkarır. Ve denizle suyla yan yanadır. R’yi de kapsar, çünkü lisanda dans etkisidir. Çöl kentlerinin sesi F S M’dir. Çöl de bir bakıma deniz kadar; kum ise su gibi hareketlidir. Ve R sesi, müziğidir. Oysa P Ç T K denizsiz Asya’nın, Kaşgar’ın sesidir. Serttir. Buranın hayatında ve yazının da R sesi, yani kıvraklık kaynağı göktendir.

Biri rahmana, su gibi gider kıvrıla kıvrıla. İkincisi kum gibi savrula savrula. Üçüncü dil, cengaverdir yara yara ulaşır. Ve ilerde Kaşgar, Anadolu’ya da böyle varacaktır.

Güller şehridir. Ve bir gül, burada elbiseye, duvarlara işlenen en etkin çiçektir. Gül,  Mehmed’in elinde Allah’a penceredir, açılır.

Sakin bir tavır, saf bir şuurdur; duyguda sadedir. İlk ışıma meyvesidir.  Asya ağacının dallarında ilk yeşeren İslam çiçeklerinden. Bu ana duygunun ilhamı burada hep dolaşır.


Şehir kurarken doğada kalan parçalarını toplamışlar. Muhiti, kendileriyle bütünlemişler. Ruhlarıyla, tabiatta vakit geçirmişler. Maddeyle neşideler yapmışlar. Mimarisinde renkler sanki itikafa girmişler sonra duvarlara geçmişler. 
 Hak yemeden, aşırılıklar saçmadan sade bir tarz nizam eylemişler.


Üstü salkım salkımdır. Göğünün cıvataları gevşek gibi durur, sanırsınız ki yere düşecektir, süzümlüdür ve temiz yüzlü gecelerde gökler, nurunu aşağı silkeler gibidir.

Y.T.

29 Ekim 2018 Pazartesi

KURULUŞ DERGİSİ, KASIM ARALIK, 2018, SAYI 30







                         

                          kuruluşdergisi