12 Mayıs 2015 Salı

Eleştiri Fikre Dönüştü

Şiir, edebiyat sahasında en geniş çaplı metinler 90’lı ve 2000’li yıllarda kaleme alındı. Üstelik bu metinler oldukça uzundu. Mesela Kökler dergisinde Turgut Uyar hakkında on sayfalık bir eleştiri metni yer alabiliyordu.  Atlılar, Fayrap, Dergah ve Hece gibi dergilerde aynı ortak tavır vardı. Osman Özbahçe, Hakan Arslanbenzer, Hakan Şarkdemir gibi isimler bu tarz yazılar inşa ettiler. İkibinli yıllarda da aynı eleştiri yeni şairlerce sürdürüldü. Mesela Zafer Acar bunu yapan İkibin kuşağının şair eleştirmenlerinden. Sanırım, bu uzun metinlerin de bir sebebi vardı. Cumhuriyetin ilk yıllarından tutun doksana kadarki dönemde Türk şiiri birçok maceraya sahne oldu. Garip Şiiri, Büyük Doğu, İkinci Yeni, Diriliş, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu derken doksan kuşağı önlerinde üzerlerinde bolca durulmamış  mecralar topluluğu buldu. Ve bu yıllara kadar düşünce var etmenin bir aracı sayılabilecek deneme türü geriye çekilerek, eleştirel tür öncelendi. Bu da bir bakıma doğaldı. Çünkü geçmiş dönem şiirinin kalabalıklığının bir yerde ayıklanarak seyreltilmesi gerekiyordu. Zirvelerin, enginlerin nerede, hangi topluluk içinde kimlerin olduğunun gösterilmesi lazımdı.  Yani aslında konuşulacak epey bir konu birikmişti. Edebi sahada eleştirinin izini sürmek bu bakımdan hem zevkli hem de kolay hale geldi. Bu, doksan kuşağı adına büyük bir imkandı. Şiirde tutunamadıkları yerde bu tür eleştiri metinleriyle edebiyat ya da şiir ilgilerini sürdürdüler. Geçmiş şiir birikimini isim isim eksik ya da fazla pay edilmiş değerlerle balyalayıp gelecek kuşakların alımlarına, akıllarına sundular. Bu bakımdan geleceğin şiir pazarında hangi şairler dolaşacak doksan ve ikibin  kuşakları bunu aşağı yukarı işaret ettiler. Ve bu açıdan oldukça şanslılar, kader onlara eleştiride cömert davrandı, kesenin ağzını açtı yani.

Şimdiyse eleştiri metinlerinin eskisi kadar uzun tutulmadığını ya da yapılan eleştirilerde bol malzemenin kullanılmadığını görüyoruz. Ayrıca doksanların yazdıkları şeyleri tekrar etme korkusu yaşanıyor. Yeni şeyler söyleme sıkıntısı beliriyor yani. Uzun metinlerin verdiği doygunluk da bu durgunluğa tuz biber ekiyor. Günümüzde eleştirinin kıtlığı büyük oranda bunlara bağlanabilir. Ancak, doksanların bu başarısına rağmen yeni fikirler var edemediği de bir gerçek. Eski konuları ağırladılar onlar masalarında daha çok. Kitlesel hareketlerde yer alabilecek yeni şeyler var edemediler. Bizse Kuruluş dergisi olarak kendimizi doğrudan bu tür bir  fikrin yani yeni bir şeyin içinde bulduk. Êlbette Kuruluş dergisi metinleri de kısa. Bu da  yeniliği keşfetmenin, yeni şeyler söylemenin doğal kanunundan geliyor. Gelecek azar azar gelir çünkü. Yapacak bir şey yok.



Yeprem Türk





6 Mayıs 2015 Çarşamba

Fayrap ve Akif


Fayrap dergisinin  Mehmet Akif sayısı dolgun duruyor. Ne de olsa Mehmet Akif, Mehmet Akif’tir. Yazdırır, konuşturur. Bir tane Mehmet Akif var. Başka yoktur. Bir tane Necip Fazıl’ın, Bir tane Sezai Karakoç’un olması gibi. Kuruluş dergisi de ilerde nasip olursa iyi bir Necip Fazıl sayısı yapmak ister. Mesela Büyük Doğu nedir, ülke midir, vatan mıdır, dünyanın nasıl bir kanadıdır, yeridir? Açıklamak gerekir. Benim için zevkli ve kolay bir konu olur bu. İslamcılık meselesi gibi. İsmet Özel’in, Sezai karakoç’un neden İslamcılığı bıraktığını anlamak, içerden görmek gibi. Bana kalırsa,  günümüz itibariyle Mehmet Akif başka İslamcılık başkadır.  Hem alim hem şair olarak, yaşıyor olsaydı, Allah gani gani rahmet etsin, üstat İslamcılık görüşünden vazgeçerdi. Bu da onun tutarsızlığını gösterirdi.  Sezai Karakoç’un ben İslamcı değilim Müslümanım demesi, bunun bence en büyük işaretidir. Üstadı, Sezai Karakoç’tan daha iyi, kimsenin anlayacağını sanmam. Üstelik bu değilim lafından  ortaya çok şeyler çıkar. Çünkü İslamcılık  makullüğünü çoktan yitirdi. Birçok İslamcının kitapları okunduğunda, bunun en belirgin örneği Atasoy Müftüoğlu’dur, İslamcılığın özetçe şu yolu salık verdiği görülür. Cumhuriyet nasıl Türkiye’yi Avrupa Birliğine bağlı bir  yapı olarak kurmaya  çalıştıysa; İslamcılık da Türkiye ve Anadolu’yu Endülüs ütopyasına bağlı bir vilayet olarak düşündü. Necip Fazıl’ın Akif’i eleştirmesinin ana sebebi buraya dayanır. Fayrap’a bakıyorum da Fayrap hiç olmadığı kadar ayıp etmiş. Necip Fazıl’ın Akif eleştirisini Akif'in Düşmanları başlığı altında işlemiş.  Türkiye’yi Endülüs’e bağlı bir il olarak düşünüyorsanız, bu sizin ahmaklığınız. Sizi uyandıran  niye  düşman olsun?
İslamcıları asıl ürperten Endülüs’e bir il şeklinde düşündükleri yerden bir Millet çıkışının gelmesidir. Dünyanın Batı kanadına karşı Büyük Doğu kanadını oluşturma gerçeği ya da. O yüzden İslamcılığı  anlamak iyi bir şeydir. Gerçi artık bu önemli de değildir. İslamcılar  bu Millet çıkışına dahil oldu .  Aslolan çünkü Büyük Doğu’nun, Diriliş’i ve Kuruluş’udur.   
Sonuçta Akif iyi bir insan iyi bir şair mert bir adamdır ama Akif’in siyaseti berbattır. Abdülhamit siyasetinden tutun İslamcılığa dek pek isabeti yoktur.



Yeprem Türk

18 Nisan 2015 Cumartesi

EDEBİYAT ORTAMI 2015 YILLIĞI VE ŞİİRİN UNUTTUĞU


IŞID, kafir denen şeyi unutmaktan ve Nebevi muamelat eksikliğinden doğdu. Ve bu unutkanlık ve eskiklik çağa yeni bir etki, garip bir sihir verdi. Mesela dava, ilke gibi şeyler İslam topraklarında yüce katından indirildi. Bir  trajediye bir yukalığa büründürüldü. Bunların kime ve niçin  kullanılması gerektiği konusu bulandırıldı. Sıradanlaştırıldı.  Kafire ve zulme  gitmesi gereken ok ve mızraklar yanlış bir inanışla Müslüman halkın kalbine yöneltildi. İnsanı tutan, birliği tutan  dava denen şey topraklarımızda ya çomarlaştırıldı ya da hiç yok yere boş işlerle vazifelendirildi.

Medeniyetimizin tüm diğer çarkları gibi bu tutulmadan şiir de payını aldı. Hangi önemli işi yapacağını veya neyi sırtlaması gerektiğini unutmuş zamanı gün çevirerek tamamlayıp giden bir şiirimiz var. Hep böyle değil ama çoğunluk öyle.  Aslında güzel şiirler de yazılıyor günümüzde ama ne bileyim bu güzellik kimseyi de pek ilgilendirmiyor. Gereksiz güzellikler galerisi gibi kaldığı oluyor şiirin. Çünkü şiir sadece estetik ederde olduğu sürece şiirin bir işe yaramadığı zamanlara erdik  açıkçası.  Şiir yurdumun çakıl taşlarını kaliteyle saysa ne! Yıldızlara ateş etse ne!

Edebiyat Ortamı 2015 şiir yıllığı bu meyanda hem bu tür soruları soran hem de çelişkilere düşen bir yıllık.  Gerçekte çelişki ve dağınıklıklar  toplamı olan edebiyat ortamımızın doğrudan kendisi. İnsanlardaki değerler parçanmışlığını orada  bizzat görmek mümkün.  Edebiyat Ortamı yıllığı bu konuda  2014 senesi şiirdeki dağınıklıklar  toplaşmasını iyi yansıttı. Örneğin bazı şiir kahramanlarının omuzlarında milletinin yükünü taşımaktan  yaralar açılırken bazı şiir kahramanları da önemsiz şeylerden feryat koparıyor.  Faydasız estetik hem faydalı hem  estetik var yıllıkta.Ve bu, şiirin bir yerde çözülüşünü de gösterir. Bu yüzden günümüzde yıllıklarda amaç edilenle toplanan malzemeleri uydurmak olmadığı kadar zordur. Şiirsel akıl ve yıl içinde yazılan şiir sayısının fazla olduğunu düşündüğünüzde bu daha net anlaşılır. Aslında bunlar bile önemli değil artık.  Edebiyat ve fikir ortamından çekilenle ortama gelen fikrin resmini çeksin yeterlidir, yıllık. Edebiyat Ortamı yıllığı bu bağlamda kısa ve net konuştu. Çoğu alanda örneğin siyasada, fikirde  nereden nasıl bakarsanız bakın temeller yerinden oynuyor. Şiir, unuttuklarıyla eleştiriliyor. Çoğu şey duygu, akıl, stratejik olarak bir yerden bir yere doğru geçiyor. Değişiyoruz, yeniden yorumlanıyoruz ve devamlı bir hareket halindeyiz toplum ve birey olarak.  Turan Karataş, Ömer Yalçınova ve Muhammed Safa gidenlerle yeni gelenleri, yani fikirleri kabaca işaret etmişlerdir, yıllıkta.


Yeprem Türk

14 Nisan 2015 Salı

DİL VE EDEBİYAT, 2014 ŞİİR YILLIĞI




Zafer Acar’ın hazırladığı şiir yıllığı kalın bir yıllık. Neredeyse yedi yüz sayfa. Kendiliğinden kalın değil aslında yıllık. Eski dönemlerden devreden şeylerden dolayı bu şişkinlik. Eskinin deşarj edilmeyen elektriği var bu yoğunlukta.  Mesela önceki dönemlerde dışarda bırakılan mecralar ilk kez yıllığa girmiş bu toplamla. Son yüzyılın yıllıklarında ideolojiler hatrına unutulan şeyler geri dönmüş yani. Söylemeliyim ki, cumhuriyet aklının üstüne taşmış yıllık, bu ötelenen yerlerden toplanan malzemelerle. Yıllık, güzel ve dengeli bir amacı murad etmiş. Bir medeniyet, bir millet toplamı olmak için uğraşmış. Bunun bir örneğini bizde on yıl öncesine kadar görmek rüya olurdu. Örneğin Mehmet Doğan’ın yıllıkları cumhuriyet şiiri  yıllığı bile sayılabilemez. Cumhuriyet şiiri içinde sadece bir mahfilin,  sosyalist şairlerin yıllığı olarak adlandırılabilir en çok. Baki Ayhan T.’nin yıllıkları bu tutumun biraz sulandırılmış, ehlileştirilmiş halinden başka bir mana ifade etmezdi. Değil ki bahsi geçen bu yıllıklar bir medeniyet bir millet yıllıkları olabilsin.  Duygu, fikir, tarz faşistliğinden öteye gidemedi bu yıllıkların edindikleri kazanım. Bu ülkenin şiir zekalarına böyle yazarsan alırım şöyle yazarsan yıllığa almam gibi işmarlarda bulundular. Belki de bu dışlama kuvvesiyle Müslüman şairlerde bir IŞID etkisi yaratmak istediler. Sırf, işte bunlar zaten böyle demek için. Ama Anadolu şiir damarı böyle bir şeye zaten izin vermezdi. Sabırla,  iyilikle, güzellikle alınacaktı, yol.   Sanırım bunu sonradan anladılar.   Aynı idrakle de yıllık hazırlamayı bıraktılar.Bu tarz işlerden el çektiler. Şimdi köprünün altından çok sular akmış gözüküyor. Ve akmaya da devam ediyor. İdeolojili şiir yıllıkları  yerini doğal olarak medeniyet şiir yıllıklarına bırakıyor. Dil ve Edebiyat yıllığı bu pencereden önemlidir. Ancak yıllığın birçok zayıf yanı var. Poetik metin alıntıları yıllığın bahsettiğimiz varoluş sebebine uymuyor. Ve bu yazılar neredeyse son yirmi otuz yılın bilinen durum yinelenmesidir. Amaç yeni ama birçok malzemesi de eski yıllığın. Lafı uzatmak istemem. Yıllıklar adına  ayrı bir açılım ibaresini hak eder mi bu yapılan iş bilmiyorum. Gerçekte yüzyıllardır varlığı bu genişlikte, bir edebiyatımız vardı bizim. Buna toptan  medeniyet edebiyatı ya da Türk edebiyatı ve periferisi diyorduk. Bu bakımdan bu yıllığa cumhuriyet şiiri ilgisi dahilinde bakmaya içim  el vermiyor.  Yazık edeceğimden korkuyorum. Gene de bu yıllık eskilerin imparatorluk şimdikilerin  devlet ekolü, yolu dedikleri medeniyet yıllığıdır. Bu açıdan bir uyanışın, genelce de bir istemin yıllığa yansımasıdır.  Bu tür şeyler, sadece şiir için değil, daha pek çok sahada bir medeniyet içinde bir  millet olma zamanlarında ortaya çıkar. Küçük büyük birçok mecradan, sesi neredeyse kısılmış, sönmüş dillerden bile şiirler seçilmiş. Aslında bu şiirler her ne kadar da, misal  Lazca yazılmış bile olsa duyuş ve varoluş olarak tek bir milletin şiir kökenindedir.



Yeprem Türk








12 Nisan 2015 Pazar

Edebiyatta El ve Fikir Değişimi (Gelişimi)





Dil ve Edebiyat  ve Edebiyat Ortamı yıllıklarını okuyorum. İkisi de aslında önemli yıllıklar. Farklı yönleri var ikisinin de. Mesela Dil ve Edebiyat dergisi yıllığı sahayı genişletmiş. Bu zamana kadar yıllıklarda olmayan mecraları yıllığa sokmuş. Zafer Acar toparlanması zor bir şeyi toparlamış.  Edebiyat Ortamı yıllığı ise  cesur davranmış.  Muhammed Safa, bu şudur, şu budur demeden yazmış.  Eleştirilerini sıralamış.Yani ürkmemiş.  Bence de doğrusunu yapmış. Edebiyat, fikir, şiirde sessiz ya da gürültülü bir şeyler oluyor. El değiştiriyor şiir ve fikir. Fikir ve şiir değişiyor sonra. Bunu iyi sezmiş Safa. Hakeza Ömer Yalçınova.  Aslında çok şey söylenebilir bu seneki yıllıklar için. Yıllıklar üzerine geniş metinlerimiz oluştu neredeyse. Bu sayıya değil ama sonraki sayımıza ilgili metinleri  gireceğiz.


Adem Kalan

20 Mart 2015 Cuma

Fransa Cumhuriyeti Değil Fransız Beyliği

Cumhuriyet ve beylik. Bir yönüyle, Doğu ve Batı siyasası arasındaki ana fark. Batı’da temel siyasa cumhuriyet tipi siyaset üzerinden atomize olurken Doğu’nun ana siyasi akımı beylikler şeklinde parçalanır. Bu atomize oluşun birinde kavmiyetçilik diğerinde zayıf da olsa  kahraman esintisi denilebilecek  dağınık tipler esastır.  Ve buna binaen Batı’da kavmiyet ekseni büyür ya da küçülür. Doğu’da da kahraman irileşir ya da ufak farklıklarla dağılır, serpilir. İrileştikçe kahraman etraftakileri toplar, etki ve medeniyet sahasına erişir Doğu’da.  Ufaldıkça da çoğalır, etkiden ve medeniyetten uzaklaşır. Mesela Osmanlı Devleti birinci örneği, kıvamında yansıtır. İkincisinin ise Batı siyasetinin tesiriyle bizde modern bir  örneğine görünüşte yer kalmamıştır. Osmanlı Devleti taşıdığı büyük kahramanı parçalara bölerek, çoğaltarak değil kavmiyet esasına göre dağıtmıştır. Yani Osmanlı kurulduğu gibi yıkılmamıştır. Sanırım, şimdi Doğu’daki ana siyasanın bu kadar sarpa sarmasında bu çökme hikayesi başat rol oynar. Yani Osmanlı, ufak kahramansı oluşumlara pay edilmemiş kendi özgül şartları dışında bir tarzla kavimlere verilmiştir. Modern zamanlarda Doğu’daki ana siyasetin tekrar kurulma yolunu bu tutum şaşırtır.  İstenilen şey ya da yol elimizdeki araçlara uymaz.  Doğu’da kahraman esaslı devlet düzeni ekarte edilir. Ama sadece kabukta öyledir, bu. Çünkü eski alışkanlık, derinlerden, özden yol alan kahraman da nihayetinde dönmüştür.  Adına da Mehmet (düşünce, kültür, iman özeti) diyoruz bu kahramanın. Ve bu kahraman kavmiyet farkına göre değil, eski usülde fakat yeni anlamda ırk gözetmeksizin modern çağa çıkıp gelmiştir. Suni vadiler yarılmıştır hani, ne kavmiyet ne de buna bağlı siyaset  kalmıştır.  Bu gösteriyor ki aslında cumhuriyet gibi bir kabukla yaşasak da içerik de kahramana (düşünce) bağlılık esastı. Türkiye 1923’te özde Mehmedi bir devlet olarak  var oldu. Ancak adına moda gereği cumhuriyet denildi. Şimdiyse büyük bir Mehmetli Devleti, Mehmetli Milleti, Mehmetli kültürü sahasına doğru koşuyor. Yani kahraman büyüyor ve etrafını topluyor, toparlıyor. Son tahlilde Kavmiyet esasları yoktur artık, kahramanın düsturları  vardır.

Adem Kalan