18 Nisan 2015 Cumartesi

EDEBİYAT ORTAMI 2015 YILLIĞI VE ŞİİRİN UNUTTUĞU


IŞID, kafir denen şeyi unutmaktan ve Nebevi muamelat eksikliğinden doğdu. Ve bu unutkanlık ve eskiklik çağa yeni bir etki, garip bir sihir verdi. Mesela dava, ilke gibi şeyler İslam topraklarında yüce katından indirildi. Bir  trajediye bir yukalığa büründürüldü. Bunların kime ve niçin  kullanılması gerektiği konusu bulandırıldı. Sıradanlaştırıldı.  Kafire ve zulme  gitmesi gereken ok ve mızraklar yanlış bir inanışla Müslüman halkın kalbine yöneltildi. İnsanı tutan, birliği tutan  dava denen şey topraklarımızda ya çomarlaştırıldı ya da hiç yok yere boş işlerle vazifelendirildi.

Medeniyetimizin tüm diğer çarkları gibi bu tutulmadan şiir de payını aldı. Hangi önemli işi yapacağını veya neyi sırtlaması gerektiğini unutmuş zamanı gün çevirerek tamamlayıp giden bir şiirimiz var. Hep böyle değil ama çoğunluk öyle.  Aslında güzel şiirler de yazılıyor günümüzde ama ne bileyim bu güzellik kimseyi de pek ilgilendirmiyor. Gereksiz güzellikler galerisi gibi kaldığı oluyor şiirin. Çünkü şiir sadece estetik ederde olduğu sürece şiirin bir işe yaramadığı zamanlara erdik  açıkçası.  Şiir yurdumun çakıl taşlarını kaliteyle saysa ne! Yıldızlara ateş etse ne!

Edebiyat Ortamı 2015 şiir yıllığı bu meyanda hem bu tür soruları soran hem de çelişkilere düşen bir yıllık.  Gerçekte çelişki ve dağınıklıklar  toplamı olan edebiyat ortamımızın doğrudan kendisi. İnsanlardaki değerler parçanmışlığını orada  bizzat görmek mümkün.  Edebiyat Ortamı yıllığı bu konuda  2014 senesi şiirdeki dağınıklıklar  toplaşmasını iyi yansıttı. Örneğin bazı şiir kahramanlarının omuzlarında milletinin yükünü taşımaktan  yaralar açılırken bazı şiir kahramanları da önemsiz şeylerden feryat koparıyor.  Faydasız estetik hem faydalı hem  estetik var yıllıkta.Ve bu, şiirin bir yerde çözülüşünü de gösterir. Bu yüzden günümüzde yıllıklarda amaç edilenle toplanan malzemeleri uydurmak olmadığı kadar zordur. Şiirsel akıl ve yıl içinde yazılan şiir sayısının fazla olduğunu düşündüğünüzde bu daha net anlaşılır. Aslında bunlar bile önemli değil artık.  Edebiyat ve fikir ortamından çekilenle ortama gelen fikrin resmini çeksin yeterlidir, yıllık. Edebiyat Ortamı yıllığı bu bağlamda kısa ve net konuştu. Çoğu alanda örneğin siyasada, fikirde  nereden nasıl bakarsanız bakın temeller yerinden oynuyor. Şiir, unuttuklarıyla eleştiriliyor. Çoğu şey duygu, akıl, stratejik olarak bir yerden bir yere doğru geçiyor. Değişiyoruz, yeniden yorumlanıyoruz ve devamlı bir hareket halindeyiz toplum ve birey olarak.  Turan Karataş, Ömer Yalçınova ve Muhammed Safa gidenlerle yeni gelenleri, yani fikirleri kabaca işaret etmişlerdir, yıllıkta.


Yeprem Türk

14 Nisan 2015 Salı

DİL VE EDEBİYAT, 2014 ŞİİR YILLIĞI




Zafer Acar’ın hazırladığı şiir yıllığı kalın bir yıllık. Neredeyse yedi yüz sayfa. Kendiliğinden kalın değil aslında yıllık. Eski dönemlerden devreden şeylerden dolayı bu şişkinlik. Eskinin deşarj edilmeyen elektriği var bu yoğunlukta.  Mesela önceki dönemlerde dışarda bırakılan mecralar ilk kez yıllığa girmiş bu toplamla. Son yüzyılın yıllıklarında ideolojiler hatrına unutulan şeyler geri dönmüş yani. Söylemeliyim ki, cumhuriyet aklının üstüne taşmış yıllık, bu ötelenen yerlerden toplanan malzemelerle. Yıllık, güzel ve dengeli bir amacı murad etmiş. Bir medeniyet, bir millet toplamı olmak için uğraşmış. Bunun bir örneğini bizde on yıl öncesine kadar görmek rüya olurdu. Örneğin Mehmet Doğan’ın yıllıkları cumhuriyet şiiri  yıllığı bile sayılabilemez. Cumhuriyet şiiri içinde sadece bir mahfilin,  sosyalist şairlerin yıllığı olarak adlandırılabilir en çok. Baki Ayhan T.’nin yıllıkları bu tutumun biraz sulandırılmış, ehlileştirilmiş halinden başka bir mana ifade etmezdi. Değil ki bahsi geçen bu yıllıklar bir medeniyet bir millet yıllıkları olabilsin.  Duygu, fikir, tarz faşistliğinden öteye gidemedi bu yıllıkların edindikleri kazanım. Bu ülkenin şiir zekalarına böyle yazarsan alırım şöyle yazarsan yıllığa almam gibi işmarlarda bulundular. Belki de bu dışlama kuvvesiyle Müslüman şairlerde bir IŞID etkisi yaratmak istediler. Sırf, işte bunlar zaten böyle demek için. Ama Anadolu şiir damarı böyle bir şeye zaten izin vermezdi. Sabırla,  iyilikle, güzellikle alınacaktı, yol.   Sanırım bunu sonradan anladılar.   Aynı idrakle de yıllık hazırlamayı bıraktılar.Bu tarz işlerden el çektiler. Şimdi köprünün altından çok sular akmış gözüküyor. Ve akmaya da devam ediyor. İdeolojili şiir yıllıkları  yerini doğal olarak medeniyet şiir yıllıklarına bırakıyor. Dil ve Edebiyat yıllığı bu pencereden önemlidir. Ancak yıllığın birçok zayıf yanı var. Poetik metin alıntıları yıllığın bahsettiğimiz varoluş sebebine uymuyor. Ve bu yazılar neredeyse son yirmi otuz yılın bilinen durum yinelenmesidir. Amaç yeni ama birçok malzemesi de eski yıllığın. Lafı uzatmak istemem. Yıllıklar adına  ayrı bir açılım ibaresini hak eder mi bu yapılan iş bilmiyorum. Gerçekte yüzyıllardır varlığı bu genişlikte, bir edebiyatımız vardı bizim. Buna toptan  medeniyet edebiyatı ya da Türk edebiyatı ve periferisi diyorduk. Bu bakımdan bu yıllığa cumhuriyet şiiri ilgisi dahilinde bakmaya içim  el vermiyor.  Yazık edeceğimden korkuyorum. Gene de bu yıllık eskilerin imparatorluk şimdikilerin  devlet ekolü, yolu dedikleri medeniyet yıllığıdır. Bu açıdan bir uyanışın, genelce de bir istemin yıllığa yansımasıdır.  Bu tür şeyler, sadece şiir için değil, daha pek çok sahada bir medeniyet içinde bir  millet olma zamanlarında ortaya çıkar. Küçük büyük birçok mecradan, sesi neredeyse kısılmış, sönmüş dillerden bile şiirler seçilmiş. Aslında bu şiirler her ne kadar da, misal  Lazca yazılmış bile olsa duyuş ve varoluş olarak tek bir milletin şiir kökenindedir.



Yeprem Türk








12 Nisan 2015 Pazar

Edebiyatta El ve Fikir Değişimi (Gelişimi)





Dil ve Edebiyat  ve Edebiyat Ortamı yıllıklarını okuyorum. İkisi de aslında önemli yıllıklar. Farklı yönleri var ikisinin de. Mesela Dil ve Edebiyat dergisi yıllığı sahayı genişletmiş. Bu zamana kadar yıllıklarda olmayan mecraları yıllığa sokmuş. Zafer Acar toparlanması zor bir şeyi toparlamış.  Edebiyat Ortamı yıllığı ise  cesur davranmış.  Muhammed Safa, bu şudur, şu budur demeden yazmış.  Eleştirilerini sıralamış.Yani ürkmemiş.  Bence de doğrusunu yapmış. Edebiyat, fikir, şiirde sessiz ya da gürültülü bir şeyler oluyor. El değiştiriyor şiir ve fikir. Fikir ve şiir değişiyor sonra. Bunu iyi sezmiş Safa. Hakeza Ömer Yalçınova.  Aslında çok şey söylenebilir bu seneki yıllıklar için. Yıllıklar üzerine geniş metinlerimiz oluştu neredeyse. Bu sayıya değil ama sonraki sayımıza ilgili metinleri  gireceğiz.


Adem Kalan

20 Mart 2015 Cuma

Fransa Cumhuriyeti Değil Fransız Beyliği

Cumhuriyet ve beylik. Bir yönüyle, Doğu ve Batı siyasası arasındaki ana fark. Batı’da temel siyasa cumhuriyet tipi siyaset üzerinden atomize olurken Doğu’nun ana siyasi akımı beylikler şeklinde parçalanır. Bu atomize oluşun birinde kavmiyetçilik diğerinde zayıf da olsa  kahraman esintisi denilebilecek  dağınık tipler esastır.  Ve buna binaen Batı’da kavmiyet ekseni büyür ya da küçülür. Doğu’da da kahraman irileşir ya da ufak farklıklarla dağılır, serpilir. İrileştikçe kahraman etraftakileri toplar, etki ve medeniyet sahasına erişir Doğu’da.  Ufaldıkça da çoğalır, etkiden ve medeniyetten uzaklaşır. Mesela Osmanlı Devleti birinci örneği, kıvamında yansıtır. İkincisinin ise Batı siyasetinin tesiriyle bizde modern bir  örneğine görünüşte yer kalmamıştır. Osmanlı Devleti taşıdığı büyük kahramanı parçalara bölerek, çoğaltarak değil kavmiyet esasına göre dağıtmıştır. Yani Osmanlı kurulduğu gibi yıkılmamıştır. Sanırım, şimdi Doğu’daki ana siyasanın bu kadar sarpa sarmasında bu çökme hikayesi başat rol oynar. Yani Osmanlı, ufak kahramansı oluşumlara pay edilmemiş kendi özgül şartları dışında bir tarzla kavimlere verilmiştir. Modern zamanlarda Doğu’daki ana siyasetin tekrar kurulma yolunu bu tutum şaşırtır.  İstenilen şey ya da yol elimizdeki araçlara uymaz.  Doğu’da kahraman esaslı devlet düzeni ekarte edilir. Ama sadece kabukta öyledir, bu. Çünkü eski alışkanlık, derinlerden, özden yol alan kahraman da nihayetinde dönmüştür.  Adına da Mehmet (düşünce, kültür, iman özeti) diyoruz bu kahramanın. Ve bu kahraman kavmiyet farkına göre değil, eski usülde fakat yeni anlamda ırk gözetmeksizin modern çağa çıkıp gelmiştir. Suni vadiler yarılmıştır hani, ne kavmiyet ne de buna bağlı siyaset  kalmıştır.  Bu gösteriyor ki aslında cumhuriyet gibi bir kabukla yaşasak da içerik de kahramana (düşünce) bağlılık esastı. Türkiye 1923’te özde Mehmedi bir devlet olarak  var oldu. Ancak adına moda gereği cumhuriyet denildi. Şimdiyse büyük bir Mehmetli Devleti, Mehmetli Milleti, Mehmetli kültürü sahasına doğru koşuyor. Yani kahraman büyüyor ve etrafını topluyor, toparlıyor. Son tahlilde Kavmiyet esasları yoktur artık, kahramanın düsturları  vardır.

Adem Kalan

11 Mart 2015 Çarşamba

3. B ve 3.G

Anadolu, büyük bir millet kitabının satır başıdır, bugün. Bosna’ya, Bağdat’a, Filistin’e doğru da yazılmaya devam eder. Hem tarih denilen kazı hem ilham ilgisi denilen gök yollarıyla huruç eder. Kaderin kalemi, kader birliği, uzun bir yol arkadaşlığı adına yol teper.  Muhammed (S.A.V.) Efendimizin Mehmedi olabilmişlerin, O’nun çeşmesinden içebilmişlerin izini sürer. Dağılmışların, bu dağılmayla gün yüzü görmemişlerin huzur ve izzetlerini diler. Aslında bu yürüyüş, 3.Bülbül, 3. Gül çağına gider.

Hem temizlenerek hem silkelenilerek tekrar yerine koyarak. Ama önce arınmakla. Bazı şeylerden ayrılmak bazı şeylere bitişmekle.

İlle bir kitap yazılacaksa milletçe, dediğim gibi böyle olmalı. İnsanı ve onun vicdanını, yüreğini ve cesaretini hadım edem bu tuhaf zihinsel diyarları terk etmenin kitabı yazılmalı. Yarınsız dizelerin yarınsız yazıların değil.Elbette bu da bir bedel bir katlanış bir duyuş istiyor. Ayriyeten bir can samimiyeti. Zannımca  vardığı secdeye  benliğini serip de, kalkarken oradan bir tutam ruh derenlerin  yapabileceği bir iş, bu. Sonra kök ilgisiyle milletinin ruhuna yuva yapanların.

Yeprem Türk

10 Mart 2015 Salı

Fayrap Dergisi, Mart 2015, Sayı 70- 1


İlk yazısı derginin, Hakan Arslanbenzer’in.  ArslanbenzerKültürümüzün Çatışan İki Kutbu : Vahdet-i Vücud ve Daire-i Adli’ye’ şeklinde bir başlıkla aslında konuya yaklaşma niyetini belli etmiştir. Mistik örgütlenme teorisi şeklinde tarif ettiği yapı ile toplumun hayatında yer alan fiziki koşulları çatıştırmak istemiş. Ve çatıştırmıştır da. Ve fiziki koşulları ve bu fiziki koşulları oluşturan ruhu bir yerde ayrı ayrı yapılara hapsetmiştir. Aslında bu tür şeyler cumhuriyetin ilk yıllarından beri yapılır bizde. Ama işte tavuk mu yumurtadan yoksa yumurta mı tavuktan çıkar  hesabından öte de gidemiyor bu düşünsel tekrar. Bir millet neye göre bir millettir, ruha göre mi, fiziki şartlara göre mi? Yoksa iş tutuşuna göre mi? Elbette tek başına hiçbirisine göre değil.  Bunlar tek başlarına bir milleti açıklamak için yeterli şeyler olamazlar. Hepsini işin içine dahil etmeniz gerekir. Mesela Arslanbenzer, tasavvufu mistisizm şeklinde yaftalıyor. Fiziki şartları yüceltirken Pozitivizmin, tasavvufu da mistisizme dahil ederken  Oryantalizmin tuzağına düşmüş oluyor. Bu tavırla hangi milleti okuma çalışması yapıyor Arslanbenzer, anlamak mümkün değil. Tasavvuf, yani Anadolu damarına can veren Horasan geleneğini bir Hint mistik ekolü gibi görmek yanlıştır her şeyden önce.  Mistisizmde olay imge ile yaşanır ve gerçekliğe o kadar temas etmez. Net bir karar ve sonuç da sunmaz.  Zevk ve estetik ön plandadır. Biraz da yağlıboya tablo gibidir, mistisizm. İnsanı belli bir yere kadar eğitir, büker, ona geniş bir dünya ve hoşgörü de sunar.  Ama işte hiçleştirir. Mistisizmin bazı yönlerden Avrupa hiççiliğine benzediği söylenebilir bu şekliyle. Tasavufun bir gaye bir amacı ve hayat denilen bir sonucu vardır. İmge değil, metafizik etkindir tasavvufta. Tasavvuf içerde, gönülde, tahayyülde kalmaz; hayata geçer. Şeriati sokaklara indirir yaşayan şeriatler olarak. Ahi örgütlenme şekillerini, çarşıları tutan dergahları kim tasavvufi yapılardan ayrı tutabilir, örneğin. Bu yapının bir iki kötü örneğini görmek, o temele olan güveni sarsmaya yetmemeli. İhya edilmeli, ciddiyete bürünmeli, ilme bulanmalı denilebilir ama. Avrupalılaşmadan medenileşmek demiştik buna biz Kuruluş dergisi olarak. Gerçekte de öyledir. Tarihte bu vazifeyi görmüştür, bu inşa.  Arslanbenzer , ‘bizi birlik kılan şey Ehl-i Sünnet Ve’l cemaat asli unsur üstünde yükselen adalet çemberi midir, yoksa fiziksel şartları aşkın kılan bir başka birlik fikrini mi takip etmeliyiz’ şeklinde soruyor. İtibar dergisinde, İhsan Fazlıoğlu Mart 2015 sayısında yazmış, asgari metafizik bilgisi olmazsa bireysel bazda da  toplumsal alanda da insan;  olduğunu, yaptığını, söyleyemez, düşünemez demiş. Biz, altı ay önce falan sanıyorum yazdık bu meseleyi. Mehmetli Milleti tarifini yaparken, daha doğrusu bu olan şeyi keşfederken Mehmetli Milleti kültürü yüzde elli dünya yüzde elli ahiret dedik. İdeal olanı budur idi kastımız elbet. Ama asgarisi de önemli. Ahiret, diğer adıyla köken bilgisi, duyuşu şarttır, bizde. Açıkçası Arslanbenzer’in birlik neye dayanmalı sorusu, bizim Mehmetli Milleti vurgumuzdan sonra çok eski ve gerici kalıyor. Kimse sadece fiziki şartlara göre millet olmaz. Kimse de sadece ruhani sebeplere dayanarak bir milletlik yapamaz. Bir milletin oluşumunu sadece tek bir şarta bağlamak hatadır. Dünyadaki tüm insanlar Müslüman olsa,  dünya tek bir millet dairesine mi hapsolacak. Hayır. Tek bir ümmet olur ama birçok değişik millet  ve devlet çeşidi oluşacaktır yine de demektir bunun anlamı. Hem din hem coğrafya hem kültür hem duyuş hem köken bilgisi bir milleti tüm yönleriyle kuşatır. Ve millet dediğimiz şey böyle oluşur. Arslanbenzer’in zihniyeti İslamcı zihniyettir. Tüm Müslümanları tek millet olarak addediyor, Arslanbenzer. Mesela İngiltere’de yaşayan bir Müslüman bizle aynı milletten midir? Değildir. Ama aynı Ümmettenizdir onunla. İslamcılar millet olma hususundaki bu kestirmeciliği ve ilkelliği üzerinden atamıyor. İslamcılık bu yüzden eli boş döndü, koca bir yüzyıldan ve bu kadar çok uğraştan. Üstelik Arslanbenzer şunu bilmeli, Milleti oluşturan bazı nadir parçalar kaleme gelmez.  Bazı şeyleri Milletin net şekillerde yazılamaz da.  Bu parçalar  kalptedir.  Yani milletin şahdamarındadır. Yaşamalısınız onları.  Millet olmada böyle bir şey de vardır. Eğer dediğimiz gibi olmasa bu millet bir iki kalem üç dört kelamla yıkılırdı. 


Yeprem Türk

7 Mart 2015 Cumartesi

Fayrap Dergisi Mart 2015 Sayısı Çıkmış

Hakan Arslanbenzer'in  “Kültürümüzün çatışan iki kutbu: Vahdet-i Vücud ve Daire-i Adliyye” başlıklı makalesiyle ve İtibar dergisinde yayımlanan İhsan Fazlıoğlu'nun  metni karşılıklı değerlendirilmeyi hak ediyor. Aslında iki yazıda da bir kurma işi var. Metafizik mesela yeni, modern dilde yeniden fark ediliyor, Fazlıoğlu'nun metninde. Arslanbenzer, siyasi tarafından yaklaşıyor aynı meseleye. Metafizik algı dumura uğrar ama  metafizik eskimez yani. İki metinde de insan; kültür, kişilik, devlete durma biçimiyle irdelenmeye çalışılıyor. Sonra bu metinlere etraflıca değinmek lazım aslında.


Salih Can