4 Mayıs 2014 Pazar

KURULUŞ 3 VE İSLAMCILIK VS.





Üçüncü sayısı çıktı, Kuruluş’un. Dirilen kurulur demek için biraz da. Kurulmayacaksan niye dirildin? Şeklinde bir de sorarlar adama. Sunuş yazısı M. H. Tecimen’in.  Nazım ve nesrin tek taraflı üstünlüğü ne anlama gelir ümmetin toprağında ya Voltaire’in felsefi şiirle kastı neydi? Bunları öğreniyoruz bu metinden. Mehmet Habil Tecimen, büyük birikiminin kapılarını Kuruluş dergisinde  açtı.   İslam milleti bir yere yüzünü döndü. Nefesini tazeliyor, güzel bir koşu yapacak hedefe. Bu hedef çerçevesinin kalbi elden geldiğince Kuruluş dergisinde atacak.  Çünkü İslamcılığın serüveni M.D. ile tamamlandı. İslamcılık bir karakter, kişilik, manzara arayışıydı. İslamcılığın ufkunda parlayan isim çağımızda Mehmet oldu. Aslında bu ismin halesi, İslamcılığın ‘bilmem ne İslam devleti’ şeklinde yürüyen basit, kolaycı anlayışını da bozdu.  Hristiyancılık yani Haçcılık mesela Batı’nın Haçlı seferleri sırasında vuku bulan bir şeyiydi. Avrupa uygarlığı keşfini yapınca kendisini imha etti.  Ve İslamcılık da Mehmet karakterinin zuhur etmesiyle sona ermiştir.  Çünkü İslamcılık, cumhuriyetleri aşsa da cumhuriyetleşme zamanlarının bir akımıdır. Yani muallakta ve kabuk bir akımdı. Aslında dışarıdan böyle olsa bile muhtevada motor çalışmıyordu. Dağılmanın getirdiği can havliyle ivedi olarak söylenmiş bir söylemdir. Kurt saldırısı anında sağa sola dağılan sürüye, en azından bir işaret olarak sahibi tarafından tekrar bulunması için vurulmuş mühürdü.   Ve Doğu’da cumhuriyet çemberlerini kırma denemesi yapılıyor bugün ve buna mutabık İslamcılık da eriyor.  Bundandır, cumhuriyetçilikte direten dergi, parti, siyasa anlaşılmaz. Kafası ve kalbiyle devlet gıdası almaya başlayalı çok oldu çünkü milletimiz.(Gelecek sayılarda bu konular işlenecek)


NOT: Çeviri şiirin çevirmeni olarak  yanlışlıkla M. H. Tecimen yazılmıştır. Okuyucularımızdan özür dileriz. Bu arada derginin okyuculara ulaşmasından emeği olan arkadaşlara teşekkür ederiz. Üstat Zafer Acar'a, A. Nasip Kelebek'e, Abdullah İlhan'a. Ve Dil ve Edebiyat Derneği ailesine. Yeni jenerasyonun mesnevihanı Mustafa Nezihi Pesen ağabeyin manevi katkıları ise ayrı bir güzelliktir.


İÇİNDEKİLER,  SAYI ÜÇ,  MAYIS HAZİRAN 2014,  KURULUŞ DERGİSİ

SUNUŞ METNİ  :  nesir iktidarı, nazım hâkimiyeti; şiir siyaseti etkiler mi?  mehmet habil tecimen
ÇAĞ VE ŞAİR  :  yeprem türk,  eleştiri
AMELİN ŞİİRDE FITRATA GÖRE TECELLİSİ: HECE & İBRAHİM TENEKECİ ŞİİRİ,  Eleştiri,  yeprem türk 
DİL VE EDEBİYAT YILLIĞI,  adem kalan,  eleştiri

ÜÇÜNCÜ ÇAĞ, yeprem türk, şiir
NE, salih can, şiir
SEVGİLİM,  SEVGİLİ OLMAK, mehmet habil tecimen, şiir
VAR,  mehmet günergök, şiir

 
AMALIA, Friedrich von Schiller, Şiir

DEVLET VE İNSAN, Denemeler
DEĞİNMELER





1 Mayıs 2014 Perşembe

DEVLET ŞİİRİ




                                                                        çıktı


                                                    
                                                                 

24 Nisan 2014 Perşembe

DEVLET ŞİİRİ ve DEVLETÇİ KUŞAK


Bir kitabında Cemal Süreya, bazı şiirlere imparatorluk şiiri demişti. Aslında bu bizim devlet şiiri dediğimiz şeye yaklaşık bir şey. Türk şiirinde sanırım bunu net şekilde ilk fark edenler İkinci yeniciler oldu. Mesela Necip Fazıl,  farkında olmadan yaptı bunu. Yahya Kemal baştan itibaren medeniyet şiiri derken Devlet şiirine talip olduğunu beyan etmişti. Aslında aynı şiire cumhuriyetçilerin sahip çıkmayacağını da iyi bilen yine kendisiydi. Bu yüzden biraz cumhuriyetçi figürlerle de beslemeyi ihmal etmedi şiirini. Dini değerlere platonik olarak bir yaklaşım göstermesi bundan.   Ama Akif’le birlikte bu damarı cumhuriyet şiirine sokan iki önemli şairden bir tanesidir, Yahya Kemal. Akif, şiirini cumhuriyete göre restore etmedi. Bunun bedelini ağır ödedi.   Asıl imparatorluk şiiri, yani bu toprakların tarihi, dil olarak Sezai Karakoç’la huruç etti. Bu yüzden son yüzyılın imparatoru, şiirde ve düşüncede Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’tur. Cumhuriyet şiirinde, medeniyet şiirinin geniş çapta ilk kez, bir peygamberler tarihi olan Hızırla Kırk Saat’le tekrar canlanması aynı etkiye bağlıdır. Oğuz Türkçesini ilk kez ihya eden Yunus’tur ve ikinci kez inşa eden Sezai Karakoç’tur.  Biraz melezlik de var  cumhuriyet dönemi şiirinde.  Cumhuriyet - devlet melezliği.  Üstümüzdeki cumhuriyet etkisi giderek azalıyor da diğer yandan.  Bir yerde boğulurken diğer bir yerde nefes almaya benzetebiliriz bu hali. Mesela sıkıntılarımıza rağmen, içimizde güler yüzlü bir sevinç var. Kuruluş dergisiyle cumhuriyetten çıkarken Ergenekon’dan çıkıyor gibiyiz. Üstümüzdeki tere, toz toprağa rağmen mutluyuz. Geçenlerde Akatalpa  dergisinde Osman Serhat, bizi birlikte anmıştı.  Zafer Acar,  Aykut Nasip Kelebek, Abdullah İlhan, Selim Sina Berk. Ve beni.  Devletsi his ve düşüncelerle Devlet şiiri yazıyoruz aslında.  Hem cumhuriyetin ekonomi, toplumsal hafıza ve şiirde kayış attığını hapis ve idam korkusu yaşamadan resmen dillendiren ilk kuşağız.Yani bir bakıma Kuruluş kuşağı da sayılırız.

y.t.




(Konu ayrıntılı bir şekilde Kuruluş dergisinde olacaktır)

23 Nisan 2014 Çarşamba

YAZZZ!




Bak dünyadan nasıl da geçip gidiyoruz, hey X. Ne biliyorsan, neye kanaat getirmişsen yaz. Gör, Doğu’yu nasıl da ezip geçiyor Batı. Silindir gibi. Kalemiyle tankıyla Batı, Doğu’yu haritadan silkmek için ne de var gücüyle mücadele ediyor. Bu  şaşırtıcı değil, Batı’nın ruhunda olan bir şey.  Onları iten ruh rüzgarları böyle esiyor. Bütün bunları üstlenerek yaz. Hem Batı’dan hem Doğu’dan; hem çınar hem manolya olamayanların hikayesini yaz. Batı ve Doğu adamlarının bünyelerini boş ver, tükrükleri bile farklıdır. Bunu yaz.    Olamıyorsa bir insan hem manolya hem çınar, aradaki temel farkları yaz.  Olanları yaz, ilerde başımıza gelecekleri.

Üstümüzdeki masum yıldızları yaz. Onların yukardan bakarken dünyaya, göz kırpıştırmalarını yaz. Dünyanın sertliğini,  Müslümanlar arasındaki ‘gaza maçlarını’ yaz.  Sonuç kaç kaç?   Her iki takım adına da sonuç eksi bin sıfır.

Mesela cahillik, İstanbul’da oturacak yer bile bulmazdı. Şimdi ise salına salına geziyor, her yer onunmuş gibi.  Islah ve ihya hapiste.  Güzellik meyhanede.  ‘2014 K. Köy.  Yer ve gök alkol kokusu.  Zina  alıcıları, satıcıları. Gece yarısından sonra, Lut ülkesinden insanların geldiğini görüyorsunuz. Ve normal insan az var orada sonra.  Görkemli otlaklardan men edilip, çakşırda, pis kokular arasında meleyen kuzulardır onlar.  Londra mısın sen, hey K. köy. Bunları yaz. 

Böyle bir dünyanın sahibi olarak bizleri, kavgada pörsümüş endamımızı yaz. Huzur bize uzaklar uzağı tatlı bir üsluptur, neden?  Ölsek şimdi, ölüm bize hala bir yer altı yaylası mıdır? Üzgünüz.  Yaz.

 a.k.

20 Nisan 2014 Pazar

İHA, VİCTOR HUGO


Müslümanları ve İslam’ı Batıya, Batılıya övdürmek inhitat dönemlerimizin bir alışkanlığıdır. Hala devam ediyor. Evet, biz size yenildik ama hâk ve doğru bizimle demenin Türkçesidir bu! Garip bir haleti ruhiyedir. Bu hatayı hep yapıyoruz ve yapmaya da devam edeceğiz korkarım.

Victor Hugo L’anNeuf de L’Hegire (Hicri dokuzuncu sene)  isminde 1858 Ocak ayının 15’inde bir şiir yazmış. Şiirde Hz Peygambere övgüler varmış.

  Hugo’nun gizli Müslümanlığa aa...yeni bir şiir bulduk neler yazmış şaşkınlığına pazarlanacak tam bir ajanstaki “tertip muhabirin” düzenleyeceği haber metni çıkmış ortaya.

Beyler bu tipik bir oryantalist oyundur. Saflığımıza, temizliğimize İslam’ı bir gayri-müslime daha anlattırarak şehadet getirmesi hedefine atılan tipik bir Batılı oyunudur-oktur bu. Bu oyun iki yüz senedir oynanıyor. Ortadoğu’ya gönderilen bütün Batılı ajanlar “sözüm ona Müslümandır”.

Bu şiir tutun ki Hz Peygamber için yazılmış müthiş bir şiir olsun. Peki, hayatı Müslümanları ve Türkleri levmetmekle geçmiş bu yazarın diğer yazdıklarını ne yapacağız. Navarin I,II,III,IV,V,VI,VII, şiirini, Avrupa Birleşik Devletleri fikrinin tam da Osmanlıya karşı kurulması gerektiği demeçlerine ne diyeceğiz.

Hugo bir paganisttir. Gizli Sion örgütünün edebiyata Charles Nodier tarafından -ki kendisi Sion örgütünün lideridir-dahil edilmiş militanıdır. Hristiyan bile değildir. Bizleri değerlendirişi ve bize olan düşmanlığı kültürel kodlarına göredir ve haçlıdır. Fatih’ten ve fetihten nefret eder. Osmanlı denince nevri döner. Avrupa Birleşik Devletleri fikrini sadece Türk imparatorluğuna karşı savunmuş bir Sırp ve Bulgar isyanları teşvikçisidir.

Müslüman mahallesine Tanzimat’tan beri Hugo pazarlama işi devam ediyor. Hugo’yu gizli Müslüman olarak okumaya değil, gerçek kimliği ile okumaya değerlendirmeye her zaman varız. Ama çevirdiğiniz şekliyle şiir tam anlamı ile manipülasyondur, dili aldatmadır, bizi zavallı yerine koymadır. Hugo’nun metnini Müslümanlaştırıp, bir Müslümanın elinden çıkmış metin gibi sunmak Müslüman hassasiyetine göre kelimeler seçmek Hugo gerçeğini bize yutturamaz.

Ya peki ey çevirmen kardeş! IIN’est pas d’autre Dieu que Dieu..’yü Allah birdir diye çeviren -ki aslı Tanrıdan başka tanrı yoktur olması gerekir.- Mahometmourut…’u Muhammet a.s. ruhunu teslim etti diye çevirip, Muhammed öldü yalın-tarafsız çevirisini Müslüman şuurdan gizleyen Müslüman hassasiyete uygun hale getiren siz popüler olmanın dışında amacınız nedir?

Hugo’nun metni tam anlamı ile (çevirmen tarafından) “Müslümanlaştırılıp” sunularak “yersen...” anlamı ile önümüze konulmuş. Hayır yemeyeceğiz.

Hugo’nun kim olduğunu gerçekten okuyucular merak ediyorsa Dil edebiyat dergisinin 60. Sayısına (Aralık 2013) bakabilirler.


Ha, onca uğraş ve kütüphaneler dolusu çabanın sonunda Hugo’nun şiiri bulundu ve çevrildi türünde zavallı metin köpürtmelerine de Hugo’nun “paramiliterbiyografisinin” ihtiyacı yoktur diye düşünüyorum.


MEHMET HABİL TECİMEN


19 Nisan 2014 Cumartesi

Hikemi, Avcılık ve Toplayıcılıkla Anlamak


Bir halıyı dokuyan, değişik motifleri yan yana aynı kareye tutuşturan eller önce incelikli ve marifetli ellerdir.  Kalın ve zombi parmakların ucunda böylesi bir vakıanın gerçekleşmeyeceği bilinen bir gerçektir. Hangi ufkun inşasında zombi eller vardır?  Tarihimiz bu sakar ve anlayışsız ellerin kırdıkları pot, yaptıkları kazalarla doludur. Kalınlık, zombilik mevzu sanki medeniyetten kopuşla ortaya çıkan ‘maçoluk’ teriminin iki adım daha ötesinde  bir şeydir.

Anadoluculuk mesela, Hilmi Ziya Ülken’i, Nurettin Topçu’yu artık ancak rüyasında görür. Anadoluculuk, bir kasabacılık fikrine ulaştı neredeyse. Nurettin Topçu’dan sonra gelip de bu fikirden esinlenen tüm edebiyatçılar, bir köy kahvesinde,  kubbesi tenekeden camilerde buluşmak için adeta can attılar.  Mesela  çoğunun verdikleri ürünlerde her şey taşranın güzelliğiyledir.  Küçük olsun, bizim olsun mantığını  öteye geçemez. Üstelik bu metinlerin, sanırım bu fikre  atfedilen bir temsil üzerinden  yeni nesli etkilediğini, hatta onları daha da taşralaşmaya götürdüğünü söylememiz gerekir.  Geçenlerde facebook’ta paylaşılan bir  karede gördüm. Bu fikrin temsilcilerinden olan bir üstadın hiçbir teknolojik alet kullanmadığını okudum. Üzüldüm tabi. İstanbul’da Avrupa yakası ile Anadolu yakası arasındaki mesafeyi acaba  tomruk üzerinde mi aşıyor bu üstat. Kimse kusura bakmasın. Böylesi bir kalınlığın ve kopukluğun bir adım sonrası avcılık ve toplayıcılıktır. Zamanında, Haçlı seferleriyle Doğu’ya gelen Hristiyan mütefekkirler  ‘ben Doğu’nun üretmiş olduğu hiçbir araçla iş görmeyeceğim’ demedi. Ne buldu, aldı onu sonuna kadar kullandı, kendine göre bir sahada dönüştürmeyi düşündü. Ve  bu birikimin karşısına hangi  prensip ve girişimci ruhla çıkacağını keşfetmeye çalıştı. Kısacası örnekleri daha çoğaltmadan, belki  daha fazla kalp kırmadan bu meseleyi  sonuca bağlamak istiyorum. Anadoluculuk, İsmet Özel’den tevarüs eden bu türden bir alışkanlık nedeniyle teknolojiyi bir necaset gibi görmekle ve teknoloji karşısına konumladığı ‘Kalın Türk’ veya Kalın İnsan’ anlayışıyla tamamlandı. Kalın olmanın, insanımız adına bir vakara mı yoksa iftiraya mı varacağını varın siz hesap edin.

Y.T.

16 Nisan 2014 Çarşamba

LÜTFEN !




  Cahillik devam ediyor. İlim ne kadar gelişirse, cahillik de farklı bir teknikle devamını getirmeyi başarıyor. Fazilet olmayınca zihniyette, ilmin geldiği yer kadar cahillik de geliyor. Biri analık biri babalık ediyor dünyaya. İnsanlarsa onların çocukları.  Bu çocukların bir yüzü ilim diğer yüzü cahillik. Allah korkusu ikisini de birbirinden ayıran sınır. Allah sevgisi yoksa cahillikle ilim kol kola. Çoğu zaman birbirine katışık. İnsan sormadan edemiyor. Cahilliği ilim mi geliştirdi yoksa cahillik mi ilme kendi karakterini yükleme başarısını gösterdi? Bilinmiyor. Bunlar birbirlerini o kadar seviyorlar ki. Tarihin dönüm noktalarında birbirlerine soy kaybı yaşatmamak için birbirlerine yol veriyorlar. Yordam öğretiyorlar.

  Geçenlerde duydum. Yamyamlık resmen sona ermiş. Dünya gelişmiş falan. Uygarlığa ermiş. Doğru mu yani bu? Kim inanır. İnsan yeme şekli tür ve boyut değiştirdi sadece. Eskinin yamyamları ağızla insan yerken; şimdinin yamyamları füzeyle, sarin gazıyla, kapitalizmle yiyor. 
  Lütfen rica ediyorum. Yamyamlık bitti demeyin. 

A. K.