Millet üzerinden vuramadılar bizi ancak vatandaşlık üzerinden
yaraladılar. Millet olmak; insanın tarihiyle, değerleriyle, halkıyla derin bir
bağ kurmanın adıydı çünkü. Bunu iyi biliyorduk. Vatandaşlık kavramıysa bu
yüzyılın başında aniden, hazırlıksız bir şekilde indirildiği için lisanımıza,
siyasetimize ve kültürümüze; onu tanımada güçlük çektik, yanıldık, aldatıldık.
Ve onu tam manasıyla bilmeden kullanmak zorunda kaldık.
Millet olmak durumu binlerce yıl bile değişmezken, vatandaşlık bir
gecede değişebilen bir kimlik çıkardı ortaya. Vatandaşlık kanunu çıktığı günden
beri binlerce senenin yerleşik aidiyetliği, çeşitli belgeler ve imzalar
eşliğinde günübirlik bir evraka dönüştürüldü. Bu dönüşüm, asıl kimliği
aşındırdı, zayıflattı ve tasfiye etme gayreti güttü.
Bugün bu iki ayrı çerçevede gidip geliyoruz. Esnafından,
siyasetçisine kadar bu günlük kimlik ya da onun çaprazı derin aidiyet ilkesi
tuhaf bir şekilde içselleştirilmiş görünüyor.
Bazılarımız hala millet, bazılarımız da şartlar uygun olduğu sürece
vatandaş. Örneğin son yüzyılın bazı şairleri, millet şairi; bazıları da
vatandaş şairi. Kimi gazeteciler, millet gazetecisidir; kimi de vatandaş
gazetecisi.
Adem Kalan