Akif, bugün bazı çevreler tarafından
marjinalleştiriliyor. Halk ve devletle karşı karşıya getirilmeye çalışılıyor.
Devlet, millet ve siyasi irade dışında bir bağlama taşınıyor. Öte yandan Akif,
devlet ve medeniyet karşıtı ya da kendi halkının siyasasına muhalif bir tip
gibi kurgulanıyor. Akif’i kendi fikri şablonlarını doğrulamak için kullananlar
var. Akif, onların ellerinde olur olmaz şeyler için kırılıp dökülüyor.
Onlar Akif adına yanılgılara sebep oluyorlar. Ebedi bir Osmanlı muhalifi
şeklinde göstermek gibi çabaları var şairi. Elbette Akif’i İkinci Abdülhamit’e karşı takım tutar
gibi savunmanın etkisi büyük bunda. Tersinden ötekiler için de aynı şey
düşünülebilir. Oysa bu ebedi bir şey değildir. Akif, II. Abdülhamit ile gönül barışını sonradan tesis
cehdine gider. Sonrası Abdülhamit’in, yüce halifelik makamının bileceği iştir. Ortada çünkü büyük bir
sorumluluk var. Hal olayı bizde bir kırılmadır. Osmanlı
topraklarında ilk kez, akıl, devletten ayrı hesap yapan bir entelektüel camiaya geçmiştir. Bu
geçiş de zaten devletin canına okumuştur. 17. Yüzyıldan beri akıl, devletin
eline geçmiştir gibi bir yargı yanlıştır.* Muhalifliği saptıran bir inşaya hizmet eder. Dediğim gibi Akif’i hep muhalif
göstermek şairin aşağıdaki dizeleri
uyarınca entelektüel zulme ortak olmak anlamına gelir. Bizdeki kutlu devlet anlayışını
çarpıtır. Veriniz baş başa; zira sonu hüsran-ı mübin, Ne hükümet
kalıyor ortada billahi, ne din.
(Tam metin Kuruluş’tadır.)
Adem Kalan