Namık Kemal’e İslamcı dediğime bakmayın. O hem İslamcıdır hem Batıcı hem de milliyetçi. Bu yüzden Namık Kemal, hep kafası karışık biri olarak addedilmiştir. Oy Kemal’in aynı çapraşıklığı ve karmaşası, sonradan, Türkiye’nin siyasette güdeceği bir yola dönüşmüştür: Üç Tarz-ı Siyaset’e. Ve sadece politik açıdan değil şiirdeki poetik zekâsı ile de bu denli çatışmacı ve karmaşıktır, Namık Kemal. Yani Namık Kemal’in şiirinde de biçim ve içerik bakımından kendi içinde kontrast ve ters yönlere sahip bir yenilik var. Ve O’nun şiirdeki poetik aklı da siyasetteki aklı da birdir, biri diğerinden ayrı düşünülemez. Çünkü Namık Kemal’in düşüncesi, hasım diyebileceğimiz fikirleri ve siyaset tarzlarını yekpare olarak barındırdığı gibi çeşitli poetik görüşleri de şiirinde cem etmiş bir şairdir. Bu özellik, Namık Kemal’in ilkliğinden kaynaklanır. Ondaki bu, birbirine karşı muhalif hatta düşman gibi görünen fikrî ve siyasî yordamları bir arada toplaştırma kapasitesi, şiirinde de birçok poetik kanalı iç içe geçirebilme durumuna taşımıştır şairi, gayrı ihtiyari olarak. Namık Kemal’in, modern Türk siyasetinin de şiirinin de başında getirdiği böylesi ilginç bir deneyim var. Bu kaosa dayalı politik ve poetik duruş sonra çatallanır. Namık Kemal’den geleceğe doğru eş zamanlı olarak üç tarz-ı siyasetin yanında üç tarz- ı poetika da huruç eder. Bunlar: Tevfik Fikret, Akif ve Yahya Kemal şiirleridir. (Yeprem Türk)
8 Haziran 2024 Cumartesi
Üç Tarz-ı Siyaset, Üç Tarz-ı Poetika
3 Mayıs 2024 Cuma
Felsefe Yorgunluğu
Dünya
üzerinde felsefi ve siyasi bir yorgunluk var. Siyasette, kitaplarda, günlük
hayatta hatta etikte bile bunu görmek, hissetmek mümkün.
Belki de bu tür şeylerle, felsefede bir
dairenin tamamlanmış
olduğunu anlıyoruz.
Batı
felsefesi, rezervini tüketti sanırım. Amerika da bu yüzden ortaya çıkmış olsa gerek. Amerika’da felsefe yok. Çünkü şehir devletleri felsefesi küçük ve Amerika hem çeşitli hem kalabalık. Şehir devletleri felsefesi Amerika’da sökmez.
Amerika’nın tek filozofu vardır. O da Ezra Pound.
Felsefe
ya bitecek ya da el, zihin ve dimağ
değiştirmekle kurtulup yoluna devam edecek.
Şehir devletleri mantığı içinde
doğan, gelişen felsefeyi aşmış durumdadır, zamanın
ruhu. Bilirsiniz Antik felsefe, şehir/
site devletlerinde ortaya çıkmıştı. Modern dönemde de felsefe benzer
bir şekilde boy verdi.
Aslında bu, Batı felsefesinin tipik tarihi davranışını
göstermektedir.
Ve eskinin şehir devletleriyle/
beylikleriyle modern çağın
cumhuriyetleri arasında pek bir fark yoktur öte yandan. Dünyanın
nüfus bakımından oldukça kalabalıklaşmış olması bizi
yanıltmasın. Batı felsefesinin değişmez temel özelliğidir, şehir
devletlerini inşa eden dimağla gelmek.
Grek felsefesi olsun veya sonradan ona eklemlenen
modern felsefe olsun, etik ve dimağ
açısından, her anlamda şehir devletleri felsefesidir. Yarın bu dimağ aşıldığında/değiştiğinde farklı bir felsefe ortaya çıkacaktır. Ve tek taraflı bir hakikatle ayakta
duran şehir devletleri/ cumhuriyet devletleri felsefesi bu gelişmiş siyasi yapıları etik açıdan elbette taşıyamayacaktır.
Büyü ile bir kabileyi yönetecek, ayakta tutacak etiği inşa
edebilirsiniz. Ve şehir devletleri felsefesiyle
de bir cumhuriyet / şehir devletleri etiği ortaya çıkarabilirsiniz. Ancak medeniyet devreye girince, sadece şehir devletleri felsefesiyle o büyük felsefi tini
kuramazsınız. İnsanın
dünya ve ahiret mutluluğu demiş ya filozof, felsefenin ufku aslen burasıdır.
Bu hususta Heidegger’ı iyi anlamak gerekir. Heidegger,
hakikat sonrası çağ derken, şehir devletleri dimağıyla ilerleyen bir felsefenin artık mümkün olmadığını
mı kast etmişti acaba? Sanırım, öyle. Ve Heidegger, yine Aristoteles’e
dönmüştü, yani tekrar şehir devletleri felsefesinin başına. Ama işte oradan da bir şey çıkmamıştı.
Galiba Heidegger’in söylemekten kaçındığı şeyi, Erich Auerbach dillendirmiş: ‘Değişmiş koşullar altında, ulus öncesi Ortaçağ eğitiminin sahip olduğu düşünceye dönmek zorundayız, tinin ulusal olmadığı düşüncesine.’
(1)Erich
Auerbach, Dünya Edebiyatının Filolojisi, Metis Yayınları, 2010