31 Temmuz 2017 Pazartesi

Rumilik veya Romalılık


Geçen senelerden farklı olarak, bu yıl (2017) gazetelerde tartışılan bir konu dikkat çekti. Rumilik ya da diğer adıyla  Romalılık. Tartışmayı ortaya çıkaran ana etken ise geçen aylarda piyasaya çıkan, Cemal Kafadar’ın  ‘Kendine Ait Bir Roma’ isimli eseriydi. Bu çerçevede basında ve edebiyat çevresinde Romalılık meselesi çok konuşuldu. Bu tartışmalardan herhangi bir hükmün ve sonucun çıkmaması da ilginçti. Yani Romalı mıyız, değil miyiz? Sorusuna verilen cevapların ne tam anlamıyla Rumi’yiz ne de tamamen Rumi değiliz gibi bir ortalamayı yansıtması da bu meselenin başka bir yönüydü.

Matbuatta bu konuya dair,  kimin ne söylediğine gelirsek.  Cemal Kafadar, öncelikle bu tabirin bir kimlik önerisi olmadığını sadece tarihi bir deyişin izinin sürülmeye çalışıldığını söyler, kitabında. 

Beşir Ayvazoğlu
,  Karar Gazetesi’nde (02 Temmuz 2017), kültür ve edebiyatımızda Rumiliğin takibini yapmış, bu tabir nerelerde, kimler tarafından kullanılmış onları aktarmakla yetinmiş. Bir tespit yapmamış. 

Ancak Yahya Kemal’in, Anadolu diyarını ‘Bir: Put-perest Roma- iki: Hıristiyan Roma- Üç: Türk-İslam Roması şeklinde okuması bu alandaki en güçlü tespit olarak görülebilir.  Gerçi İlber Ortaylı’nın  ‘Biz üçüncü Roma’yız’ deyişi de Yahya Kemal’in bu fikrinin başka bir açıdan söylenmiş hali olarak durur.

Yine aynı gazetede Hakan Erdem  (Karar, 02 Temmuz, 2017)  Memalik-i Rum, Diyar-Rum gibi tamlamaların kültürel ve tarihsel arka planını vermeye çalışmış ancak o da kesin bir yargıya varamamış bu mevzuda.

Bu metinlere bakarsak şöyle bir sonuç çıkıyor: Tamam Yahya Kemal’in belirttiği üç ayrı Roma’dan birincisi olan Putperest Roma, olduğu gibi Hristiyan Roma’nın içine duhul etti. Fakat İslam insanı, Diyar-ı Rum’a girmeye başlayınca; İkinci Roma’nın yani Hristiyan Roma’nın Üçüncü Roma dedikleri Türk- İslam anlayışına dahil olduğu söylenemez. Bir bakıma İkinci Roma’nın bir kısmı bu üçüncü Roma denen bölüm içinde kalsa da çoğunluk tarafıyla, kültürüyle, yaşantısıyla Avrupa’ya kayıyor. Üçüncü Roma’yı sürdürdüğümüz görüşü havada kalıyor.

Bu temanın tarihi olarak yerine oturtulamamasında başka etkiler de var. Örneğin İslamcı ekolün esasen medeniyet ve akide olarak sırtını dayadığı Medine’tül Fazıla ideali, bu iddianın neresinde durur, bu da konuşulması gereken daha başka bir husus.

Hakan Arslanbenzer, bu kopukluğu (Fayrap Dergisi,  Mayıs 2016, Sezai Karakoç Özel Sayısı)  Sezai Karakoç’un ve diğer birçok İslamcı entelektüelin medeniyet bağlamında atladığı, hakkında bir görüş beyan etmediği sahayı belirterek gösterir:  'Sezai Karakoç, ...Ne var ki  Emevi, Abbasi ve Selçuklu gibi hanedanların medeniyete katkılarından hiç söz etmez. Peygamber Efendimiz’den (sas) Osmanlı Devleti’ne geçer. Ki bugün Türkiye’de İslamcıların çoğunun tarihe bakışı bu yok saymadan ciddi oranda etkilenmiştir.’ 

Kültür ve medeniyetteki bu adı konulmamış boşluk ‘Roma mı? Medine mi? Şeklinde bir tasnif yaratmış.

Aslında halkımızın,   Kürtleri ve Arapları kendinden saymayan Romalı kimliğine, kimlik İslami bir iklimle sunulmuş olsa bile, ait hissedeceğini söyleyemeyiz.  Sezai Karakoç’un atladığı tarihi bölüme  gelirsek, Romalılar’a karşı cihad edenlere o tarihlerde- Emevi ve Abbasiler tarih sahnesinde çekilirken- Mehmetler denilmeye başlanıyordu. Ve onlar,  manasını ve özetini de Mekke ve Medine’de örülen medeniyet ekseninden devşiriyordu.  



Y.Türk

25 Temmuz 2017 Salı

KURULUŞ KİTAPLARI






Adem KALAN

Yayıma Hazırlanıyor








Adem Kalan

Yayıma Hazırlanıyor









 

Adem Kalan

Yayıma Hazırlanıyor





                        Geliştirilmiş 2. baskı.



Mehmet, Muhammed’in (sav) Mehmedi’dir. Bu ismin İslam topraklarında önemli bir anlamı vardır. Çıkış yeri Anadolu’dur ve çevreye doğru yayılır. Peygamber ocağında vazife ifa edenlerin ortak adıdır: Mehmetçik

Yunus’un dediği yetmiş iki meşrep bugün Mehmetli Milleti’dir.

Çünkü Mehmedilik binlerce yıl sürmüş bir iman, medeniyet ve kültür özeti ismidir.

Mehmetli Milleti, milletimiz adına ortak bir karakterin, kişiliğin ürünüdür. Biz buna Fransız İhtilali’nin ortaya çıkardığı kavmiyetçi millet olma anlayışına karşı Muhammedi gelenekli siyasanın yani kişilikle millet olma anlayışının geri dönüşü diyoruz.

Bu bağlamda cumhuriyetler, modern beylikler gibidir. Ve bu nedenle, gerek Filistin gerek Kıbrıs gerek Bosna gerek Yemen, Mehmetli Milleti’ne ait aslı parçalardır.

Mehmetli Milleti, aslında Necip Fazıl Kısakürek’in çizdiği zemin olan Büyük Doğu Milleti’dir. Sezai Karakoç’un ısrarla vurguladığı Diriliş Milleti’dir.

Mehmetli Milleti, kavmiyete göre değil, kişilik etrafında toplaşarak gerçekleşen bir millet olma anlayışına dayanır. Doğu’nun asli siyasetini yansıtır. Felsefesini ve düşüncesini ortak kişilik dediğimiz medeniyet etrafında örer.  Mehmedi Hukuk, Mehmedi Ekonomi vs.

Türk, Kürt ve Arap olmak üzere Peygamber- i azimüşşanın üçüzleri siyasetidir.

Ve bu temelde, Müslüman kardeşini sevindirmeyen zafer, zafer değildir.


Adem Kalan


11 Temmuz 2017 Salı

Türkiye'nin Erken Klasik Dönemi



Yusuf Kaplan’ın, 10 Temmuz 2017, Yenişafak’taki her hükümeti farklı bir cumhuriyet görüşü içinde anlattığı metni ilginç. Yusuf Kaplan, 1923’ten bu yana beş tarz cumhuriyet anlayışının yaşandığını söylüyor. İlki, Atatürk’le. İkincisi, Menderes’le. Üçüncüsü, Menderes Hükümetine son veren 6o darbesi ile. Dördüncüsü, Özal’la. Ve sonuncusunun ve beşincisinin ise Ak Parti ile yaşandığını iddia ediyor. Oysa tarih, kısa süre için yapılan bu derece bir kalabalık sınıflandırmayı ve adlandırmayı kabul etmez.

Çünkü benzeri şey, modern şiirimiz içinde de yaşandı. Ancak geriye iki şey kaldı. Birinci Yeni ve İkinci Yeni şiiri.  Üçüncü Yeni adı altında şiir okumaları yapıldıysa da şiir tarihi ve gerçeklik, bunu reddetti.

Aslında siyasetteki mücadele bu iki cephe arasında geçmiştir. Hala, parti liderleri bu iki versiyon arasında gelip gider. Mesela bir zihniyet  Birinci Yeni’yi öne sürerken; diğeri ağırlıkla sırtını İkinci Yeni’ye yaslar.  Yani iki tür fikirden ve dolayısıyla da iki tür cumhuriyet mantığından bahsetmek daha yerinde olur.

Üçüncü Yeni Şiiri veya Sanatı yoksa gerçekte Üçüncü Dönem Cumhuriyet de yoktur. Üçüncü Yeni Şiiri gelmedi ancak onun yerine 1990’larda Neo-Epik şiir akımı doğdu. Bu ise meselelere veya cumhuriyete kalabalık sınıflandırmalarla değil başka cephelerden yaklaşılması gerektiğini gösterir. 

Açıkçası Türkiye, bilmem kaçıncı cumhuriyet dönemini değil, 15 Temmuz Direnişi’yle Birinci Klasik Dönemini kapadı. Sonuçta cumhuriyete bakış açısından kaynaklanan bu ayrışmalar da o dönemin en belirgin özelliğiydi.


Yeprem Türk

10 Temmuz 2017 Pazartesi

YAYIMA HAZIRLANIYOR




15 TEMMUZ DİRENİŞİ, VATAN, NEFES, KALP, GÖNÜL, SİYASET, SANAT, HİKMET...










 Salih CAN