27 Nisan 2025 Pazar
20 Nisan 2025 Pazar
Malazgirt Zaferi Söylevi
‘Ümidini kes zaferden, gayriden imdâd lazımsa.’
Namık Kemal
1.
Ben Alparslan.
Peygamber-i Ekber
… Ömer, Ali, Osman
Dünyaya bu adları sevmeye
gelen.
Tekrar ediyorum
Ben Alparslan
Liderini görmek isterse
ruhu çağın
Ben Yasin Suresi’nde
Uzaklardan gelen
adam
Bencileyin ferahlığıyla
Duru kudretin içindeki han
Yürürken giden öze
Mecaz olana başka olan ben
Felsefedeki ışığı Nebî’nin nuruyla
Bütünlemeye
gelen
Felsefenin giydiği yeni kaftan
Gıcır bahçe fikriyle
Ben cangıldan yeni gelen hakan
Ben işte burada
Başka milletleri de kurtaracak denli
Temiz kavmimle
Kılıca gökyüzünü tattıran Kağan
2.
Dedikleri gibi önce selam, sonra ilham; ki endamını alabilsin kelâm; kadim bir tinle evvelemirden beri durmadan geçip giden bir günden ötekine, mesela Nuh’tan İbrahim’e, Musa’dan Muhammed’e…. kalbimin öğrettiği kelimelerle.
Öncelikle söyleyeyim, ferah ve serin olmuştur daim zafer yeri, aynen sabanların sürdüğü toprak gibi. İnsan elbet başka tanımlamaya meyillidir her zaman kazandığı mevkii, serin sulara eğimli, yüreğe değimli. Zaferden ya da tufandan sonra insan dönmüş gibi olur evine günün ayganlığıyla, hatırlatarak dünyada Nuh’un indiği yeri.
Bakın, zafer alayında alanlara yerini, zihinlerindeki tin nasıl da çimen gibi, yemyeşil; Tanrı ile kul arasındaki mayanın başka türlü gösteren rengiyle ve huzurdaki Hızır haliyle. Daha önce görmedim ben gökyüzünün bu denli aşağılara indiğini; demiş ya üstat ‘ağuşunu açmış duruyor peygamber’; demek bazen fizik ruha denk gelebilir; cenk yerinde savaşan her yiğit içinde abdalların sonsuzluğunu taşır. Hak edilmiş her utkuda bir savaşçı böylesi bir ilkliğin ve genişliğin tadını alır. Eğer böyle hissedebiliyorsak işte bu gerçek bir harp sanatının sonucudur. Ve sık sık söylediğim gibi dünyada bazı vakitleri sever hayat ve bunlar hep zaferden sonradır.
Savaşın şiddetine gelince, vardır her zaferde biraz barbar serinliği, tabiat olayı gibi bir tat, bir zerk. Çünkü kurumuş olana canlılık söz dinletemez. Hayat kuru dalı söküp atmak ister bedenden, er ya da geç kırılır meleğin terk ettiği dal. Gazâ bir yere en çok başlangıcı ve kaynağı getirir, bir vahiy konsepti gibi sarsa sarsa; kavruk yaprakları döke döke. Aksi halde selamı gelmez yeni yaşamın ve yeni veznin. Her uygarlığın ilk eşiğinde doğal ve vahşi bir tadın, bir aşının olduğu doğrudur. Denebilir de buna kökten yukarı, hayata doğru yükselen kaynağın serinliği; başlangıçtaki cevherin ve sentezin salkınlığı. Başlakta olan dirimdedir ve yürümdedir çünkü. Ben isterdim ki hep orijinde, kökte kalaydım. Başlangıca dönmek yorgunluğu alır, gönle hoşluk verir, kelâmı dinlendirir, tatlı söze tatlı kulaklar yaratır. Atalarınız gibi başa yakın olun çünkü başlangıçta içtenlik vardır, başlangıç cana bereket getirir ve ilklik yaratıcıdır, bunu en iyi siz doğaya, fıtrata bağlı olanlar bilirsiniz. Hafızaya dönüş fikri, kaynağı bir kez daha yurt edinmektir; süreğini ve kudretini isteyen başlangıcını yanında taşımalıdır. Büyük insanlar, soylu uygarlıklar hep kaynağa yakın mevki edinenler olmuşlar. Doğrudur ki her deneyim başlangıcı özler; homo ludens, homo linger, bunlar değersiz şeyler; başlangıca dönemeyen oynar.
Biliyorum ki bunun da sonrası yine bir kanıksamadır, alışma ve umursamamadır. Uygarlık da bir yerden sonra güzel bahçelerde başlayan İrem zehridir; kültüre dönüşmüş ağulu ortaklıktır. Böyle zamanlarda kesilir ruhtaki izleme; doğar üzerinize çürümenin güneşi; böyle başlar kulakların duymadığı sala; yasaya gitmeyen elin miskinliği. Bir şey yaşama ağırlık ve kuraklık getiriyorsa bilin ki onun boşluğu yakındır, böylece dile gelmiş de olur fethin israfı.
Bu nedenle açıklık, seçiklik ve şevk önemlidir. Cesaret ve eylem için kendiniz olmayı, açık sözlülüğü desteklemeyi, felsefeyle ilgilenmeyi, retorikten tat alma eğiliminde olmamanızı öğütlerim ve özgünlüğü size salık veririm. Bu çabada taklide kapalı olma gayreti gizlidir. Özenti hikâyeyi küçültmüştür daima. İsterim ki logos’u kendi dilinizde ve uzamınızda konuşturmaya çalışınız; bu sayede dillendirdiğiniz hakikatte bir bencileyin erinci bulasınız.
Ve başka uyruklardan dönmeyen hakikâtlere sahip olun, acunsallığa ve sonsuzluğa özen gösterin. Evrensellik, hakikâtinizi başka bir uygarlığa götürürken geldiği yere de sağduyu, sadelik ve anlayış getirsin. Akıl etmede kolaylığı seçmeyiniz, gerçek akıl taklide kapalı bir yol çabasıdır. Kendi hikâyenizi öykünmede değil kendi hammaddenizde görün. Taklidin bir toplumu hatta yakın arkadaşlarımı nasıl fakirleştirdiğini biliyorum, hem felsefe hem akıl hem de cüzdan anlamında. Dilerim aklınız çakıllı yollardan ayakları kanata kanata yürür; zira ruhun eti de dimağı da yıpratarak geldiği kelâm ve kemâl hep başkadır. Çocukluk safiyetine zekâ ve akıl emanet eden bönlerden olmayın; yetişkinlerdeki hak edilmiş, kazanılmış duruluk ve samimiyete önem verin. Safiyet emek ister, çalışmayı ve gayret etmeyi gerektirir. Yapmadan yapabilen ancak doğadır.
Biz ihtiyarlara ve yaşlanmaya yüz tutanlara da hatırlatmak istediğim şeyler şunlar: Bizler bu zamana dek yerde yaşamış ama yakında, dünyadan da çıkacak ve uğurlanacak olan insanlarız. Kocadıkça, farıdıkça yolu dışarıya alıyoruz. Çünkü biz de biliyoruz ki dünya, bizden geçicilik talep eder. Zira bundan sonrası doğanın içine alamadığı bir âlem. Biz yaşamı bedenden önce bedenden sonra olarak ikiye ayırmış bir toplumuz. Ve fânilik dünyanın şifasıdır. Bu türden konularla birlikte insan bir sırdır, bin yıllardır böyledir ve bu sırrı toprak çeker, yaş aldıkça bekanın selamı gelir; bu selam hoşlukla alınmalıdır. Tam da ölmeye doğru atalarımız gibi bizim de yükseklikte gök, enginde gönül olur yolumuz. Biz ölmeye doğru yüzümüzü yukarıya benzetiriz. Şimdi sorarım size dostlar: öte dünyası olmayanın nesi olur. Nihayetinde ve tek tek her birimiz ve hepimiz hayatının finalinde, Tanrı dışında bir baharı olmayanlarız.
Biraz da atalarımızdan bahsetmek yerinde olur sanırım. İsterim ki konuşmamın bu bölümü yavgamızın şanına layık düşsün. Çünkü babanın hikâyesi sağlar aranızdaki ortak devri daimi; yıkım, önce geriyi avlar ve geriden öne doğru gelerek sonra ileriyi. Ölülerimize bakın şanla yatarken dut diplerinde, dere kenarlarında, uzanarak serin yerlerinde, nasıl da mezar taşlarına işlenmiş bir iki satır yazıyla ufuk vermek isterlermiş gibi yanlarından gelip geçenlere. Ölülerimizin dünyaya kattığı bilgelik budur. Onlara hürmet ederek yaşayın; ölülerimiz kabirlerinde dışarıya bakarak uyurlar, demişti bir büyüğümüz.
Devletimize gelince, yasayla ve sevapla kurulan bir sosyal aygıt olmuştur devlet, tarihimiz boyunca. Ecir kabı tabirini kullanmıştım, ben başka bir söylevimde de devlet için. Devlet denen şeyin ide’si budur; hamiyet var demem ben, defne dallarının, nergislerin, kedilerin ve köpeklerin de mutlu olamadığı bir yerde. Orası olsa olsa kalbi mühürlenmişlerin arazisidir. Bu nedenle devletinizi ve evinizi geniş ve ferah kurun. Ve bir tinsel alan da vâd etsin içinde yaşayanlara; sonra evinize, yurdunuza gelenlere. Ve iyi dostlarınızın olması için güzel evlerinizin ve yurtlarınızın olması şarttır, hoş bir hayatın teşekkül etmesi için de nezih dostlarınızın.
Siz, Nahnü Müslimîn, sizler güzel Müslümanlarsınız, her yaşınıza ve çevrenize bir güzellik düşürerek yaşadınız ve bu günlere geldiniz. Tabiatta, kasabalarınızda ve illerinizde dengeli ve ölçülü hayat sürmeyi seversiniz. Nisa suresine, Tin suresine… yakın yaşayan insanlarsınız. Ve bu sayede garib gurebayı kurtarmaya layık olacak denli saf kalmaya özen gösterebildiniz. Başka uyruktan dönmeyen evrensel hakikatlerinizle size ayrılmış yerlerde kimseleri kırmadan yaşadınız; içtenlik ve görgüyle bunu başardınız; kimseyi korkutmadınız. Tek cümle ile söyleyelim, sizler gerçekte yolu bulmuş bir kavimsiniz; ve sizler bu titizlik ve niteliklerinizle ne hoş insanlarsınız. Ve şahsen bizler halk olarak emeğin ve inceliğin hasat sefasından başka bir neşe tanımayız. Kurduğumuz ve üzerine titrediğimiz bu uygarlığımızın yurdunda ve barınaklarında kavmimin felsefesini, bilimini ve ekmeğini de böyle isterim.
Ve hayatın hiç de kolay bir şey olmadığını, içinde çoğunlukla zorluk barındırdığını hepimiz biliriz. Kaderimiz bizlere hep günlük güneşlik değildir, bunu da genellikle tecrübe etmiş bir milletiz. Âdem, İbrahim, Yakup, Musa, Davud… ve Muhammed, acı ve zorluklar neden ister büyükleri bunu bir şekilde idrak ederiz; zorluk bizim ilhamımız, karakter kuşumuzdur. Âdem’in bedeninin yolunda olmak böyle bir şeydir. Yine de bilelim ki kıblemiz hafifletiyor yol üzerindeki ağırlıklarımızı. Bu nedenle acıya sabır bizim ruhumuzdur; yıkıldığımız yere İbrahim’in serinlediği yer deriz genellikle; en azından çaresizlikten de olsa böylece bir tılsım doğurmuş oluruz. Böyle anlarda hissettiğimiz çoğunlukla değildir acı; ve öyle ki dalın meyveleri vardır, bedenin de acıları. Bunu benden sık sık da işittiniz belki: bizim acılarımız yıldızlar gibidir, hangisini takip ederseniz, hakikate ulaşırsınız.
Birbirinizi aldatmayınız, şüphede bırakmayınız; bunu yaparak umudun yitmesine ve birbirinize karşı beslediğiniz kuşku nedeniyle vatanınızın ve birikimlerinizin dağılıp gitmesine izin vermeyiniz. Şaibe elması bir kez yendi mi vebal ve yıkım getirir bulunduğunuz yere. Ve bir ürküntü, bir işkil vardır her zaman bir elmanın gerisinde. Çünkü bir kez bile aldatılmışsan cennetini artık sürdüremezsin. Güvenli ve doğru olmayanın doğası da zayıftır halbuki.
Ve topraklarınızın çevresini sürgit gözetin; burçlarınızı okun soyuna bağlı silahlarınızla donatın. Onlar size gözdür, kulaktır. Adaletin, hukuk ve nizamın yerine gelmesine olanak sağlar. Derim ki Hızır, kadim bir güvenlik fikridir bizim toplum geleneğimizde. Zira toprağı tutmak ordu, silah, temkin ve maneviyat ister.
Başarıyı övmede ar eder insandaki fıtrat, ben hep böyle hissettim. Sağ idik, hak ettik ve bugün bu kadar söyledik yengimiz hakkında, arkası yarın gelir nasılsa. Her zaferde vasiyet, ilham ve vâd gizlidir daima. Gene hatırlatayım zaferinizle kabarmayın; bu tür bir tavır size edep kaybettirebilir; töreyi, sadakati ve alçak gönüllüğü askıya aldığında insanın nasıl bir şeye dönüştüğünü tahmin edebilirsiniz. Güneşin doğuşu ve batışı der ki bize: böbürlenmeyin, en geç yüz yıl sonra da olsa mezardadır muzafferlerin de kemikleri. Her şey geçicidir, şimdi burada bulunan herkes yarın kurganlarında bu zaferin, fethin evlatları olarak yatacak. Geçmeye güç yetmez.
Doğrusu ya, bugün kazandınız, talihi kendinize çevirdiniz. Şimdi bu arazide bir Türk yayı kadar güzel olmanızı buna borçlusunuz. Gayri başkadır bu gördüğünüz yurt, başka bir topraktır ve başka bir zemindir; elbette altında toplaştığımız şu gökyüzü de. Bu zeytin ağaçlarının, nar bahçelerinin ve buğday başaklarının yurdu farklı ve özgedir bugünden sonra. Silinmiştir bu engin arazilerin dimağındaki eski tin. Burası artık orası değil, burasıdır. Burası bundan maada rabıtasına ve bahtına kavuşmuş yeni bir bulaktır. Değil gayrı uygarlığını kasvetle kurmuşların barınağı. Gelmişizdir ümmet için yalın ayak ve yeni bir ışıkla, taze bir berraklıkla. Durduğumuz yer bakir bir alan, duyduğumuzsa nev bir saladır; ve acar yazı ve yeni yazgıyla burası artık başka bir bahçedir. Kazandık burayı biz, ak mintanlı kavimler için, yeni gelecek ceninler âleminin vâdleri için, yeni itikadın akça çatıları için. Bugün bir bahçe fikrinin arifesindeyiz sanırım; en azından ben böyle düşünüyorum. Belirttiğim gibi bunlar hep zaferden sonra.
Zafer için benden daha farklı şeyler de duymak isterseniz derim ki başka türlü olurdu sanmam. Bilin ki kader en derin doğadır. Bugün üzerime giydiğim urbalar bile bunu bana söyler. Sonuçta kalbin dileği ve telkini bedende yerine gelmiştir. Bu gibi şeylerin ne anlama geldiğini sizler benden daha iyi bilirsiniz. İşte şimdi bugün ışığıyla ovalarımızda süzülen bu bahtlı ikindi, seherde başlayan böylesi bir ilhamın finalidir. Yazgı istemişse engelleri yara yara, söke söke gelir insan kendi yerine. Bir kez daha zafere dönersek, ben sizi gördüğümde, o zaman için yarına nerede olacağımı seziyordum, kavrıyordum dostlarım. İlhamım sizden bana gelen nazardı, kılıcımın üstünde ay ışığı gibi akan ve bugün gerçek olan hayali görebilmiştim o gece; ta o günden, bugünü doldurmaya başlamıştı elimin içine. O gün gökyüzünde süzebilmiştim bu iktidarı; yanılmadığım için şükran borçluyum Tanrı’ya. O gün umduğumu bugün avucumda görüyorum, şükür. Öte yandan ben bu zafere, Nebî’nin Cebrail’e hazırlanması gibi tertiplendiğimi sanıyorum. Yine de bilin ki her ne şekilde olursa olsun zaferini dillendirirken utanıyor insandaki doğa. Zihnimdeki tat galip gelmiş olmaktan değil, yukardan inen onurdan ve bir çeşit esinden olma. Hiç düşündünüz mü ilk büyük harbimiz ve ilk Türk musikimiz neden mavi.
Ganimete ilişkin diyeceklerimse yine her zamanki gibi akla, cömertliğe ve yürekliliğe uygun şeylerdir. Ganimet, gerçek sahiplerinindir, elimizin ve avucumuzun değil. Bu konuda yapılan hırs ruha inme gibi gelir. Zaferden önce olduğu gibi zaferden sonra da güneşle aynı yola girmeye devam edeceğiz. Elde edilenleri gerçek sahiplerine iade edin. Ganimeti paylaşmak, içerdeki yılanı dışarıya salmak gibidir. Barguşsuz kurulur dinin barınağı, diyorum ki ben buna kazandığına güneş şeklini verme kazandıktan sonra da. Yaşamın tadı etiğin tadıdır çünkü. İstediğim, bu tadı kalbinizle buluşturmanız. Adalet duygusu yasanın içerde bıraktığı güneşi andırır; bazen de içeri düşen loş bir ışığa benzer. Lakin yine de bilmenizi isterim ki doğudan batıya kuzeyden güneye tüm topraklarınızda adaletle yerine gelse de yasa, her zaman içerde bir boşluk bırakır; eğer üstünüzde yıldızlı gök, içinizde ahlâk yasası yoksa.
Bugün bu sözler, burada, Anadolu’da söylenen kelamlardan, deyilerden oldu. Lakin kelamın da vardır bir memleketi, en azından böyle derler bizden öncekiler; felsefenin de öyle olması gibi. Fakat yine de biz Türkler, kelam ve felsefeyi kadim bir miras olarak gören bir halkız. Bu ortak değeri bugüne taşıyanlara da hangi kavimden olurlarsa olsunlar, teşekkür ediyoruz. Çünkü tefekkür edenin teşekkür etmemesi beklenmez bir şeydir, bize göre. Ve yine ayrıca diyebilirim ki biz Türkler felsefeyi yüceltmiş, yükseltmiş bir milletizdir yukarı bölgenin ışığıyla.
Bana gelince, ben buraya
kırılmış kalplerin ve on binlerin muhalefetiyle geldim. Tanrı’dan ve
varlığınızdan başka cevher tanımam; kalpleriniz ve saflarınız dışında bana
alımlı bir yer yoktur. Bundan sonrası artık bu minval üzere kardeşliktir
aramızda ve dahi otlarla, böceklerle ve meleklerle. Hacı anne ve dedelerimizin
eskiden beri şehirlere, kasabalara ve kırlara bırakageldiği metafizikle, tinle.
Hakikatlerimiz, neşelerimiz ve acılarımız hakkında anlatacaklarımı aşağı yukarı
söyledim sanırım. Bakın güneş eğildi gün
batmak üzere, artık çadırlarınızı kurun ve yerleşin.
Not: Bahçe fikri, bazı
yerlerde medeniyet düşüncesi anlamında kullanılmıştır.
Yeprem Türk
7 Mart 2025 Cuma
22 Ocak 2025 Çarşamba
TÜRK ŞİİRİ 2024 YILLIĞI
Bu seneki yıllıkta, açıkçası şairlerimizi biraz övdüm. Yıllıkta, olumsuz eleştiriyi hafiften geriye doğru çektim. Belki de bazı şairlerimizdeki eziklik emareleri bana bunu mecbur etti. Eziklik Türk şiirinde genelde şu nedenlerden dolayı gerçekleşir. 1. Kendini ve çevreyi beğenmeme. 2. Taşrada olma hissi. 3. Avrupa merkezciliğin ve Avrupa dışında kalmanın getirdiği içsel baskı. Bunları bir nebze Türk şiiri üzerinden gidermek istedim. Ve böyle bir şey ortaya çıktı.
Yıllık, Üsküdar ve Kadıköy iskele büfelerinden rahatlıkla temin edilebilir.
Yeprem Türk
18 Ekim 2024 Cuma
Verili devletler ve kurulmuş devletler
Verili devletler ve kurulmuş devletler olarak ikiye ayrılır modern cumhuriyetler. Halkın topyekûn bir şekilde kanıyla, canıyla bir milli mücadele vererek ve topraklarını vatan eyleyerek kurdukları siyasi organizasyonlara kurulmuş devletler denir. Kurulmuş devletler, her alanda istiklâl mücadelesi vermiş yapılardır. Ve bu devlet tipine yabancıların deyimiyle ‘Orta Doğu’da, bizim deyişimizle ‘Büyük Doğu’da, Kuzey Avrupa’da olduğu gibi, fazla bir örnek gösteremezsiniz. Yakın çevrelerde, Türkiye’nin yanına birkaç devlet daha koymaya kalksanız zorlanırsınız. Çünkü epeyi, bir yağma düzeni içinde Batılı güçler tarafından ortaya çıkarılmış zorlama hükümetlerdir, o kadar. Yani aslında bu devletlerin büyük kısmı kurulu devletlerden değildir, verili devletlerden sayılır. Ve bu açıdan onların bahtları, şansları, saadetleri ve kutları da yoktur. Gelecekte de bu düşük profilli konumları, sürmeye devam edecektir. Verili devletler, modern dünyada bir kurtuluş ve kuruluş emeği göstermeden işgalci ve sömürgeci güçlerin büyük bir imparatorluğu parçalayarak, Batılıların, her türlü çıkarlarına uygun taksim ettikleri ve kendilerine boyun eğmiş yerel siyasi gruplara ya da hanedan artıklarına sundukları topraklardır. Bugün Orta Doğu'da bulunan birçok devlet, bu ikinci devlet formuna uygun biçimde haritalandırılmış diyarlardır. Lübnan, Ürdün, S. Arabistan… gibi çoğu devlet kazanılmış, hak edilerek kurulmuş yurtlaklar değildir, birilerince sağlanmış mülklerdir. Yarın da birileri tarafından ellerinden geri alınma potansiyelini her daim içinde barındırabilmektedir. Bu nevi devletlerin değişmez yazgısıdır, bu. Hem verilmek hem alınmak onların kaderi haline gelmiştir.
Bu tür müdahalelere ve etkilere maruz kalan, aslında aşiret beylikleri sayılması gereken devletçikler, aynı zamanda bir millet bulamamışlar ve geçmişe doğru da derin bir iz sürememiş suni kurumlardır. Çünkü devlet kurabilmenin de yeryüzünde bir devlet olarak kaim kalabilmenin sırrı da millet mesabesine çıkabilmekte yatar. Öte yandan millet aşamasına geçebilmek daha zordur, toplumlar için. Etrafıma bakıyorum, millet ve devlet kasıntısı yapan toplulukların çoğu, haritalarını günden güne fare gibi kemirenlere karşı koyamadığı gibi ufak bir rüzgârda savrulup gidiyor, tek başına bir millet ve devlet katına ulaşamadığı için.
Bugün Orta Doğu'da, Osmanlıdan
koparılıp da birilerine belli bir süreliğine kiralık verilen toprak parçaları,
bunları size biz verdik şimdi geri alıyoruz denilerek, büyük İsrail için
toplanmaya çalışılıyor.
Y. Türk